Ana içeriğe atla

Bir Zafer Psikolojisinin Portresi: Kurtuluş Savaşı

     

        Kurtuluş Savaşı üzerine kaleme alınmış olan bu minik yazıda, İstiklal Harbi’nin özetini dahi yapabilmek mümkün değildir. Sebebi ise belli bir kelime sayısı ile kısıtlı zaman şartları altında kapsanabilecek zaman aralığının sınırlı olmasıdır. Bu yüzden onun yerine Kurtuluş Savaşı öncesi toplumsal travmalar geçirmiş Yüce Türk milletinin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının önderliğinde gerçekleştirdiği bu milli mücadele zaferinin psikolojik sonuçlarını irdeleyeceğiz. Bu yazıyı 30 Ağustos Zafer Bayramımız vesilesiyle Flanör Psikoloji okurlarına iftiharla sunarız. 

I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın çok önceden bittiği 1935 yılında Atatürk, Türk milletinin başından geçenleri konuşmasında şöyle özetler: "Uçurum kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş, ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanılan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler. İşte, Türk genel devriminin bir kısa diyemi…"  Peki her şeyin fitilini ateşleyen bu I. Dünya Savaşı başlamadan önce neler olmuştu?

I. Dünya Savaşı’na girmeden önce üzerinde durulması gereken en önemli olayın Balkan Savaşları’nın olduğunu düşünüyorum. Balkan Savaşları sırasında yaşanılan ordu içi siyasi çekişmelerle savaş kaybedilmiş, Balkanlardaki Müslüman ve Türk halk ya katledilmiş ya da evleri ve dükkanları yağmalanıp zorunlu göçe tabii tutulmuştur (Odabaşı, 2020).

Balkan Savaşları sırası ve sonrasındaki göçler, Balkan coğrafyasındaki demografik yapıda son derece önemli değişiklikler meydana getirdi. Yaklaşık olarak bu dönemde Balkan coğrafyasında 2.300.000 ile 2.500.000 arasında Türk, Rum ve Bulgar göç etmiştir (Pallis, 1925). Bu göçler ise beraberinde ekonomik, psikolojik ve kültürel birtakım problemleri beraberinde getirdi. Psikolojik açıdan düşündüğümüzde ise Balkan İmparatorluğu olarak doğan bir İmparatorluğunun hiç beklenmedik bir şekilde Balkanlardan atılması sadece Osmanlı vatandaşlarının değil İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucu kadrosunda da yaşanılanlar karşısında adeta bir toplumsal travma yaşatmıştır. Yaşanılan bu travmatik kayıp aynı zamanda Osmanlıcılık, İslamcılık gibi tüm diğer fikir akımları arasında Türkçülüğün şiddetli bir şekilde parlamasına yol açmıştır.

Travmatik olay, başta insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan güvende olma duygusunun kaybına yol açmaktadır. Eşlik eden duygular ise kayıplara ilişkin yoğun üzüntü, olayın tekrarlanabileceğine yönelik yoğun korku, sorumlulara yönelik yoğun öfke, güvensizlik, toleransın azalması, suçluluk, pişmanlık, çaresizlik, yalnızlık, özeleştiri, eski değer ve inançları sorgulama olarak özetlenebilir ve devrin neşriyatı aracılığıyla neredeyse bu duyguların tamamının tezahürünü görmek mümkündür. Balkan müttefiklerinin Çatalca’ya kadar ulaşmaları yani payitahta bu kadar yaklaşmış olmaları ise İstanbul’un kaybedileceği ve benzer bir katliamın gerçekleşebileceği korkusunu daha da artırırken, asıl büyük korku ve çaresizlik hissinin kaynağı, eğer bu ihtimal gerçekleşirse İstanbul’dan sonra kaçılabilecek bir yerin kalmayacağı düşüncesidir (Odabaşı, 2020).

Bunlara ek olarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı’nın bütünlüğünü koruma yolunda giriştiği bu mücadeleden yalnız olduğu düşüncesi sebebiyle ciddi bir psikolojik yük altına girmiş gibi görünüyordu. Örneğin ex parte (tek taraflı) kapitülasyonların kaldırılması üzerine adım attığı ve finansal özgürlüğe ulaşmayı denedikleri zaman en yakın müttefikleri gibi gözüken Alman İmparatorluğu bile diğer emperyalist güçlerin safında durup bu durumu protesto etmişti (Akşin, 2011). Tüm bunlar birleştiğinde bir kişi çevresinden veya diğer insanlardan geri çekildiğinde veya tecrit edildiğinde ortaya çıkan yabancılaşma (alienation) duygusunu Osmanlı İmparatorluğuyla kendini özdeşleştiren yönetici kadrosu dolayısıyla Osmanlı devletini de tetiklemiş olabilir.

Balkan Savaşlarının ardından başlayan I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ise Osmanlı İmparatorluğu için tehlike çanlarının çaldığına işaretti. Başta Talat Paşa olmak üzere birçok İttihatçı her ne kadar İtilaf devletleri tarafında savaşa girmek istediyse de hiçbir İtilaf devletinin bu duruma yanaşmaması aslında bir sonraki hedefin Osmanlı olduğuna işaretti. Bunun yanında İngiltere’den sipariş edilmiş zırhlı gemilerin gelmemesi ve para iadesi yapılmaması kamuoyunun nefretini kazanmalarına sebep oldu. Bunların olmasının hemen ardından Enver Paşa, hiç geç kalmadan Almanya ile gizlice ittifaka girip daha sonradan Yavuz ve Midilli adını alan zırhlılarla Rusya’ya ait Karadeniz sahillerini bombalatma emrini vererek savaşa fiilen girilmiştir.

Akabinde olan olaylar ve savaşın gidişatı ise hepimizin malumu, I. Dünya Savaşı’nı ittifak devletleri kaybettiler ve taraflar aralarında Mondros Mütarekesi’ni imzaladı.

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla birlikte ordu ve halk işgale teslim olmadı ve Kurtuluş Savaşı böylelikle başlamış oldu. Bu savaşta özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde Fransız ve İngilizlerle iş birliği yapan Ermeni çeteleriyle savaşırken batıda Yunanlılarla ölüm kalım mücadelesi içine girmişlerdir. Yunanlılar kendilerini Bizans İmparatorluğu’nun mirasçısı ve Anadolu ile Trakya’nın gerçek sahibi olarak görmekteydiler. Bu düşünceleri doğrultusunda Anadolu’yu işgal etmeye başlamışlardır. Onlar Osmanlı’nın yıkılmasıyla 1071 ile başlayan ve 1453’te İstanbul’un fethedilmesiyle sonlanan büyük seçilmiş travmalarını* telafi etmenin hayallerini kurmaktaydılar. İstanbul’un fethiyle yaşadıkları travmanın seçilmiş travmaya dönüşmesinde bu kaybın yasının yaşanamaması ve bu yasın inkâr aşamasında takılı kalmasıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz (Her travma bir kayıp duygusu yaşatır. Her kayıp sonrasında yas yaşanır. Yasın şok, inkar, pazarlık ve çözümleme ya da kabullenme evreleri vardır.)  (Çevik, 2007).

Büyük fedakarlıklarla başlamış olan Kurtuluş Savaşı dört yıl süren mücadelenin neticesinde Mudanya Mütarekesi ile 11 Ekim 1922’de zaferle son buldu. Yıllarca aşağılanmışlık ve yalnızlık hisseden Türk milleti yalnızca anavatana saldırmaya teşebbüs etmiş olan ötekini def etmemiş, aynı zamanda bir baba figürü olarak sayılanabilecek Osmanlı hanedanlığını ve dişillik atfedilen vatanı hükmetme yarışını yani adeta oedipal çatışmasını da kazanmıştır artık Osman baba gitmiştir ve biz babayızdır. Bunun yanında yıllarca aynı ergenlerde de yaşanılan kimlik karmaşasıyla boğuşan ve milliyetleşemeyen Türk milleti, Ziya Gökalp tarafından tasarlanmış olan ulus devlet kavramının Atatürk tarafından benimsenmesiyle toplumun bütününü kapsayan herkesi Türk kimliği şemsiyesi altında toplayarak milliyetleştirmiştir. Bunun yanında hissedilen yalnızlık duygusunun yerine emperyalizm altında ezilen devletlere ve İslam coğrafyasındaki modernizm destekçilerine umut ışığı olan rol model bir ülke konumuna dönüşmüştür. Aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nda gösterilen performans Emperyalist devletlerin koloni çağının sonunun başlangıcına sokmuştur. Türk halkının yedi düveli yendik dediği bu iç ve dış savaş hem kendisine özgüven ve öz saygı hem de devletine karşı sevgi ve hayranlık kazandırmıştır. Özellikle Balkan Harbiyle başlanılan travmada yaşanılan kayıp Türk milletinin Avrupa’nın hasta adamını öldürmesiyle yani bir nevi yası kabul etmesiyle toplumsal travmasından da arınmıştır. 


*Vamık Volkan tarafından üretilmiş bir kavram olan seçilmiş travma, bir toplumun kendisine acı veren aşağılanma duygusu yaşatan, mağdurluk duygusu yaşatan travmatik olayların yasını tutup tamamlayamaması sonucu dönüşen travmalara seçilmiş travma denir. Halk dilinde kullanılan kuyruk acısına benzerdir.


Referanslar:

Akşin, S. (2011). TANZİMATTAN BUGÜNE TÜRKİYE-AVRUPA İLİŞKİLERİ . Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni , 24 (1-2) , 33-40 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/iumhmohb/issue/9366/117206

ÇEVİK, A. (2007, Nisan). TÜRKİYE’DE YAŞANAN SON GELİŞMELER: PSİKOPOLİTİK BİR ANALİZ. Türk Yurdu Dergisi. https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=3544


Pallis, A. A. (1925). Racial migrations in the Balkans during the years 1912-1924. The Geographical Journal, 66(4), 315-331.

Odabaşı, H. Y. I. (2020). TOPLUMSAL TRAVMA ve POSTTRAVMATİK GELİŞME PERSPEKTİFİNDEN BALKAN SAVAŞI ve TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN KİTLESELLEŞMESİ. İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ.


                                                                                                              Emin Haktan ALTIN





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...