Ana içeriğe atla

Bir Kontrol Kaybı Olarak Savaş

  

        Toplumların sosyal yapısını ve üzerine inşa edildikleri dinamikleri tamamen sarsan, köklü değişimlere neden olan savaşlar, edebiyattan psikolojiye  bu dönüşümün yapı taşı olan insana da nüfuz etmiştir.  Artık edebiyat ve psikoloji tarihinin sunduğu mirastan biliyoruz ki, dönem aydınlarının kırılma noktası olarak gördüğü olaylara tanıklık etmiş bir nesilden söz ediyoruz. Bu nesil içerisinde psikolojinin öncüsü olan Freud’un savaşlara tanıklık ettikten  sonra insan doğasını kesin olarak kötüye yormasını, usta yazar Zweig’ın  ise bu gördüklerinin ardından intihar etmesini içeren bir nesildir. Bu denli yoğun bir yüzyılın ve aslında bütün savaşların iç yüzüne bakacak olursak, travma geçmişi olan, stresle baş etmesi zorlaşan, duygu düzenleme sistemi hassaslaşan  bir yeni insanı görebiliriz. Hatta o dönemde çıkan DSM tanı kitabına baktığımızda savaş sonrası stres bozukluğu denilen bir bozukluğun yer aldığını da görürüz.  

       Savaş sonrası bireyde görülen psikolojik etkiler, asında bireyden bireye değişmektedir. Çünkü her bireyin erken çocukluk yaşantıları, sosyal destek kaynakları, psikolojik sağlamlığı, baş etme mekanizmaları ve daha birçok faktör de değişkendir. Tüm bu noktalardan hareketle ortak bir çerçeve oluşturması ve insan üzerindeki etkinin anlaşılması için ele alınabilecek bir diğer yön de yaşam üzerindeki etkimizdir. 

      Savaşlar, terör olayları, kitlesel kıyım gibi durumlar, psikolojinin önemli bir alanı olan travma psikolojisinin merceği altında detaylı bir şekilde incelenmekte. Travmaların etkisine baktığımızda ise  çoğu çalışmanın toplandığı ortak bir nokta var. Bu ortak nokta şu şekilde betimleniyor. Bir travma yaşayan, ona tanık olan insanlar, kendi yaşamları ve günlük yaşamın akışı içerisinde bir etkilerinin olmadığına inanmaya başlarlar. Çünkü böyle bir anda vücudumuz bile bize bunu söyler. Her durumda aktif kalmaya çalışan savaş ve kaç tepkisinin şoka uğradığını görürüz. Travma ile ilgili  ufuk açıcı bir eser olan ‘Köpek  Gibi Büyütülmüş Çocuk ‘ adlı eserde bu durum daha kolay anlaşılıyor. Kitaba göre, bedenin savaşmasının ya da kaçmasının hiçbir işe yaramayacağı bir durumda, yine bedenimiz kendisini en az hasar alabilecek konuma ayarlamaya çalışıyor.   Başına gelen kötü olaydan savaşarak ya da kaçarak kurtulamayacağını anlayan beden, aslında kendini bir nevi kurban kimliğine bürüyor ve minimum zararı bekliyor. 

       Bu bedensel etki, psikolojik etkiden ayrılamaz nitelikte.  Çünkü psikolojik olarak da travma gören kişi savaşamayacağını ya da kaçamayacağını düşünüyor.  Savaş gibi büyük ölçekli kriz durumlarında ise, insan, daha büyük etkili, kitlesel  zarara yol açan olaylara dahi etki edemeyeceğini düşünüp kendi yaşamını da kontrol edemeyeceği hissine ve düşüncesine kapılıyor.  Kendi yaşamın üzerinde hiçbir kontrolün olmadığını düşünmek ise, yine  farklı patolojilere sebep oluyor.    ‘’ 11 Eylül Saldırılarına tanıklık eden Rusbridger, travma ve dissosiyasyon ekseninde terör olaylarına dair görülebilecek en net örneklerden birisini şöyle ifade etmektedir: “Aniden yaşam fazlasıyla kırılgan hale büründü. Saat 8.48’den önce her şey oldukça net ve öngörülebilirdi. Fakat bu dakikadan sonra ise hiçbir şey tahmin edilemez ve bilinemezdi.”   ( Derin ve Öztürk, 2020, ss. 22-23 )  Bu örnekte de görüldüğü gibi, yaşam üzerindeki kontrol ve düzen hissi gidiyor ve bunun yerini belirsizlik ve karmaşa alıyor. 

       Üstelik  savaş gibi bir travma yaşamak şart değil. Bunun yerine bir travmaya şahit olmak da bazı bireyleri aynı eksende etkileyebiliyor.  Genel olarak diğer insanlarda ise yine yaşam üzerindeki kontörün kaybolduğu  endişesini yaratabiliyor. Bu açıdan bakıldığında, ele alınması gereken en önemli konulardan biri medya dili. Bu travmaları tetikleyen haberler, paylaşımlar, her türlü düşünülmemiş bilgi aktarımı, yarattığı imajla birlikte topluma da bu kontrolsüzlüğü aşılıyor. Bu kontrolsüzlük hissi ise farklı türdeki patolojik rahatsızlıkların doğuşuna kaynaklık ediyor.  Travmaya daha duyarlı ve uzman denetimlerinden geçen bir medya dili kullanımı, bu konuda kamu bilinci oluşturmak gibi önemli konular da böylelikle su yüzüne çıkıyor.  

         Bu yazıda kısaca savaş psikolojisinin kitlesel  ve  birey bazında etkilerine   değinmek istedim. Savaş sonrası ortaya çıkan psikopatolojiler bireye göre ve patolojiye göre, aslında çoğu etmene göre değişiklik gösterebiliyor. Bu yazıda ise daha ortak  ve genel bir perspektifin üzerinde durmak istedim. Savaş travmaların, genel olarak travmaların kökenleri hakkında daha kapsamlı bilgiler edinmek için yazıda geçen ‘’ Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk ‘’( Bruce D. Perry) ,  beraberinde ; 
‘’ Neden Savaş   ? ‘’ (Sigmund Freud, Albert Einstein),   ‘’ Mecburiyet’’ ( Stefan Zweig) ,  ‘’ Sinir Savaşı’’ (  Ben Stephard)  ‘’ Beden Kayıt tutar ‘’ ( Bessel van der Kolk )  gibi eserlere göz atılabilir. 

Dudu ETTEKİN

Kaynakça: 

DERİN, G., & ÖZTÜRK, E. (2020). Savaş ve Terörizm: Psikotravmatolojik Temelli Teorik Bir Yaklaşım. Aydın İnsan ve Toplum Dergisi6(1), 11-36.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...