Hızla gelişen teknoloji, iletişim kanallarını da evrimleştirmeye ve yeni yollar açmaya başladı. Radyo, ilk kullanıma sunulmasının ardından 38 yıl sonrasında elli milyon kişinin evine ulaştı. Aynı sayıda kullanıcıya televizyon 13 yılda, internet ise sadece 4 senede erişebildi. İlk sosyal medya kanallarından biri olan Facebook, iki katı kullanıcıya yalnızca 9 ayda ulaştı. Farklı iletişim biçimleriyle (görsel, kısa metinler, blog vb.) hayatımıza giren sosyal medyayı klasik medyadan ayıran en temel özellik, kişilerin de içerik oluşturarak duygu ve düşüncelerini zaman ve mekân fark etmeksizin iletebilmesi oldu. Üstelik bu platformlarda fikirlerinizi paylaşmak, klasik medyanın talep ettiği ağır bütçeleri istemiyordu ve herhangi bir eğitim gerektirmiyordu! Bu gibi durumlar, sosyal medyanın hayatımıza girişini hızlandırdı ve yalnızca birkaç platforma değil, onlarca kanala hızla uyum sağladık.
Uygun teknolojik cihazı olan herkesin anlık paylaşım yapabilmesiyle beraber sosyal medya platformları, gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş durumda. Böylelikle kişinin yaptığı paylaşım, o an ne yaşanıyorsa vakit kaybı olmadan binlerce kişiye erişebiliyor. Eğlenceli ve ilginç içeriklerin paylaşımının yanı sıra başlatılan kampanyalar ve yardım çağrıları, başka bir araçla belki de farkında olamayacağımız yerlerdeki insanların hayatlarına dokunmayı da sağlıyor. Afet anlarında da klasik medyanın sağlayamadığı anlık iletişimi sağlaması, zamanla yarışan kurtarma görevlilerine ve diğer kişilerin afet yerinde bulunan aileleriyle veya sevdikleriyle görüşmesine büyük katkıda bulunabiliyor. Aynı zamanda sosyal medya paylaşımlarının, toplum içerisindeki kohezyonu arttırarak kişilerin felaket dönemindeki birlik ve beraberliğini sağlamaya da yardımcı olduğu söyleniyor.
Her ne kadar çabuk ve bilgi paylaşımında bireysellik gibi avantajları sağlıyor olsa da sosyal medya, tam da bu sebepler dolayısıyla sömürüye de açık hale geliyor. Sosyal medyada bir paylaşım için klasik medyadaki gibi herhangi bir düzenleme olmaması; ilgi çekici bir paylaşım yapmak ve “tıklanmak” hedefiyle insanların üzerine düşünmeden paylaşım yapmasını, dahası dikkat çekmek için sahte paylaşımlarda bulunmasını doğuruyor. İçeriklerde doğru bilgi olsa bile anlık yoğun bilgi akışını kontrol altına almak ve hangi bilginin güvenilir olduğunu teyit etmek zorlaşıyor. Genelde daha merak uyandırıcı olduğu için hızla yayılan bu bilgiler, kaynağı kontrol edilmeden doğru varsayıldığında büyük problemler oluşmasına zemin hazırlıyor. Üstelik sosyal medyaların sıkça kullandığı “beğendiğiniz ve takip ettiğiniz içeriklere benzer içerikleri önerme” algoritmasından dolayı karşınıza konuyla alakalı ve destekleyici farklı içerikler çıkmaya devam ediyor. Böylelikle kişilerin gördüğü gönderiler, adeta bir baloncuk içerisine sıkışmış gibi tek yönlü ve gerçeklikten uzak olabiliyor. Bu da toplumun durumu olduğundan daha negatif algılamasına ve olayın sömürüsüne kapı aralayabilmekte.
Afet dönemlerinde sosyal medyada sıklıkla yayılan bir diğer içerikse afetzedelere ilişkin görseller. Genellikle kişilerin iyi niyetle yaptığı paylaşımlar, aslında hem toplumu hem de afetzedeyi uzun dönemde negatif etkilemekte. Klasik medya aracılığıyla felaket görsellerine maruz kalan kişilerde travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, anksiyete ve stres tepkileri dahil olmak üzere farklı sonuçlar doğurduğu gözlemleniyor. Bu örneklerden biri 11 Eylül olayları. Saldırı görüntülerine televizyonda sık maruz kalmanın psikolojik stresle bağlantılı olduğu ortaya konmuş durumda. Yalnızca bu olayda değil, pek çok benzer durumda kişilerin tekrar tekrar görüntülerle karşılaşmasının travma sonrası stres bozukluğunu öngörebildiği belirtiliyor. Sosyal medyayla ilgili daha detaylı araştırmalara ihtiyaç duyulsa da buradaki görsellerin daha az sansürlendiğini, hemen hemen herkesin daha rahat paylaşım yapabildiğini ve bilgi doğruluk kontrollerinin tam anlamıyla yapılmadığını düşünürsek; klasik medyanın etkilerine benzer sonuçları doğuracağı öngörülebilir. Aynı zamanda benzer görüntülerin tekrar edici biçimde sunulması, duyarsızlaşmaya ve normalleşmeye yol açabilir. Örneğin şiddet içeren video oyunlarına maruz kalmanın, zaman içerisinde kişilerde duyarsızlaşmaya ve durumu normalleştirmeye yol açtığı tartışılıyor. Benzer olarak afet durumlarında da felaket görsellerinin sıklıkla yinelemesi de aynı sonuçları doğurabilir.
Görsel içeriklerin afet bölgesinden uzak kişilerde doğurduğu etkilerin yanı sıra afetzedeler üzerinde yarattığı etki de kaçınılmaz. Sosyal medyada paylaşılan bu fotoğraflar, klasik medyanın aksine herhangi bir süzgeçten geçmez ve kişilerin bireysel gizlilik hakkını ihlal eder. İnternet ortamında paylaşılan görsellerin veri tabanında kalıcı olması -yani kolay kolay silinmemesi ve genellikle farklı kişiler tarafında hızlıca tekrar paylaşılıyor olması; fotoğraftaki kişilere veya yakınlarına uzun dönemde de acı verici olabilir. Henüz bir felaketle karşılaşmış olmalarının üstüne belki de paylaşılmasını istemeyecekleri fotoğraflarını internette görmek, bu kişilerin psikolojik açıdan daha da etkilenmelerine kapı aralar.
Yakın zamandaki örnekler de bize sosyal medyanın afet durumlarında avantajları olabildiği gibi dezavantajları da olabileceğini gösterdi. Afetzedelere daha hızlı yardım ulaşmasını ve aynı zamanda ihtiyaçların daha çabuk giderilmesini sağlayan sosyal medya, uzun süreçte toplumsal hafızayı canlı tutarak halkın bilinçlenmesine de katkıda bulunabiliyor. Ancak hızlı ve kontrolsüz iletişimi de beraberinde getiren bu medya biçimi, teyit edilmemiş bilgilerin yayılımını hızlandırdığı gibi felaket görsellerine maruz kalan kişiler için travma kaynağı da olabiliyor. Kısacası hem kişisel hem de toplumsal bazda psikolojik ve sosyolojik etkileri göz ardı edilemeyecek afet dönemi sosyal medya paylaşımlarının daha az hasar verici olmasını sağlamanın ve yararlarını maksimuma çıkarmanın yolu; bilinçli bir sosyal medya kullanıcı olmaktan geçiyor.
Eda CAN
Kaynakça
Alexander, D. (2014) Social Media in Disaster Risk Reduction and Crisis Management, Science and Engineering Ethics, 20, 717-733.
Hall, B. J. & Xiong, Y. X. & Yip, P. S. Y. & Lao, C. K. & Shi, W. & Sou, E. K. L. & Chang, K. & Wang, L. & Lam, A. I. F. (2019) The Association Between Disaster Exposure and Media Use On Post-Traumatic Stress Disorder Following Typhoon Hato in Macao, China , European Journal of Psychotraumatology, 10 (1).
Kelm, M. E. (2011) Emergent Use of Social Media: A New Age of Opportunity for Disaster Resilience, American Journal of Disaster Medicine, 6(1), 47-54.
Konuk, N. (2019) Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medyada Şiddet Kavramına Bakışları, The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication, 9 (3), 414-431
Pfefferbaum, B. & Newman, E. & Nelson, S. D. & Nitiéma, P. & Pfefferbaum, R. L. & Rahman, A. (2014) Disaster Media Coverage and Psychological Outcomes: Descriptive Findings in The Extant Research, Current Psychiatry Reports, 16, 464.
Zincir, O., Yazıcı, S. (2013) Kriz Yönetimi ve Afetlerde Sosyal Medya Kullanımı, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 49, 65-82.
Yorumlar
Yorum Gönder