Ana içeriğe atla

Sosyal Gözlemci Olarak Çocuk

 “Öğrenme iki yönlüdür: çevreden öğreniriz ve çevremiz eylemlerimiz sayesinde öğrenir ve değiştirir”. –Albert Bandura




Çocuğunuz beklemediğiniz bir davranışta bulunduğunda sık sık ‘Bunu yapmayı nereden öğrendin?’ şeklinde bir soru yöneltiyor musunuz?  Ya da kendinizi, kalabalık bir arkadaş ortamında otururken çocuğunuz hakkında ‘Daha önce hiç görmediği halde şöyle bir davranışta bulundu ve beni gerçekten çok şaşırttı.’ şeklinde şaşkınlığınızı dile getiren ifadeler kullanırken buluyor musunuz? O halde bu sürecin arka planına ve işlerin aslında nasıl ilerlediğine daha yakından bakabiliriz. 

Öğrenme eylemi oldukça karmaşık bir süreç olduğundan, insanların nasıl ve neden öğrendiklerini açıklamak için birçok farklı psikolojik teori ortaya atılmıştır. Filmi biraz başa sardığımızda, insan davranışlarının mekanizmasını ve öğrenmenin temel dinamiklerini araştırma yolunda özellikle 1. Dünya Savaşı döneminde bazı önemli adımlar atıldığını görebiliriz. John B. Watson başta olmak üzere, Ivan Pavlov, Edward Thorndike ve B. F. Skinner gibi pek çok ünlü psikoloğun yapısal-işlevselciliğe karşı çıkmaları ve bilincin iç gözlem yöntemi ile incelenmesine karşı kuşku duymaları sonucu ortaya çıkan, bilinç hallerinin değil de, davranışların ve gözlenebilir durumların incelenmesi gerekliliğini savunan bir psikoloji kuramı oluşturmuşlardır. Bu kuram davranışçılık (behaviorism) akımıdır.  

  Davranışçılara göre öğrenme, objektif tekniklerle gözlenebilen sadece çevresel uyarıcılara, insanların bu uyaranlara karşılık gösterdikleri tepkilerdir. Davranışçı psikologlar, insan davranışlarının açıklanmasında çevre faktörüne çok fazla önem verdikleri ve diğer etmenleri görmezden geldikleri gerekçesiyle diğer ekoller tarafından eleştirilmekten geri duramamıştır. Tabii ki de şunu inkâr etmemek gerekir; davranışçı akım, kullandığı yöntem ve sahip olduğu objektiflik ile birlikte psikolojinin bir bilim niteliği kazanmasına önemli katkıda bulunmuştur. 

  Ancak yine de şu soruyu sormak gerekir ki ortada koşula dayalı bir öğrenme olmadığında ya da uyaranların bariz olmadığı durumlarda çocuklar öğrenmeye nasıl devam eder? Bu defa bireyler hangi gelişimsel dönemde olursa olsun mekanik bir tutum ile incelenemeyen farklı bir yaklaşıma ihtiyaç duyarız. Çünkü öğrenme sürecini düşündüğümüzde; aslında her zaman belli bir koşullanma etrafında uyaran ve karşılığında beklenen davranış şeklinde ilerlemediğini fark edebiliriz. Bu durumu açıklamak için sosyal ve bilişsel elementlerimizi göz ardı etmek pek doğru olmayacaktır. Bu nedenle 1977 yılında popülerlik kazanmasıyla resmi bir teoriye bürünen Albert Bandura’nın sosyal öğrenme teorisini (social learning theory) yakından inceleyebiliriz.

Bandura, dikkat ve hafıza gibi bilişsel süreçlerin de bu öğrenme döngüsü içerisinde yüksek bir etkiye sahip olduğuna inanmaktadır. Davranışçı yaklaşımlar arasında yer alan klasik ve edimsel koşullanma (operant conditioning) kuramları insan ve hayvan davranışlarının hangi uyarıcılarla azaldığını ya da çoğaldığını açıklamaktadır. Ancak insanların göreceli olarak karmaşık bazı davranışları, doğrudan pekiştirmese bile sürdürdükleri gözlenmektedir. 

Sosyal öğrenme sadece modernleşme ile birlikte ortaya çıkmış bir kavram değildir. İnsanlar, içgüdüsel olarak sosyal bir şekilde öğrenmeye oldukça yatkındır. Yani, başkalarının davranışlarını gözlemlediğimizde ve harekete geçtiğimizde öğrenmemiz oldukça mümkündür. Bandura'nın teorisi de insanların gözlem, taklit ve modelleme yoluyla birbirlerinden öğrendiklerini belirtir. Böylece rol model konsepti de teorideki yerini almıştır.

 

Bu durumu biraz daha anlaşılır bir hale getirmek için çocuklar üzerinden bir yol çizebiliriz. Çocukların büyürken gündelik hayatta karşılaştıkları durumlarla baş edebilmek adına sıklıkla başvurdukları bir yöntem vardır. Bu yöntem için en yalın haliyle ‘taklit etme’ davranışı diyebiliriz. Çocuklar özellikle gelişimsel dönemlerinin hatırı sayılır bir kısmında ebeveynlerini taklit yoluna giderler. Aslında burada bahsettiğimiz taklit etme davranışı salt ve birebir aynı davranışı sergileme eylemi anlamını taşımamaktadır. Zaten davranışçıların da en çok eleştirildiği alan olan bu indirgemeci tutum bireylerin sosyal ve bilişsel yönlerine olan göndermelerde eksik kalmaktadır. 

Genellikle bir yaş itibariyle başlayan taklit dönemi, yetişkin olana kadar çocukların her olayı davranış yoluyla öğrendiklerine dikkat çekmektedir. Öncelikli rol model olan ebeveynlerin de sözlerle değil, davranışlarıyla örnek olarak çocuklara doğruları gösterebileceğini belirtmektedir. Çocuklar, oyun çağından, kurallar ile çevrili eğitim dönemi ve sosyal çevreyle etkileşim aşamalarına kadar kişiliklerini oluştururken çevresindekilerin davranışlarını taklit etme eğilimindedirler. Hayata hazırlanırken rol modele ihtiyaç duyan çocuklar, iyi veya hatalı davranışları bu yol ile beraber tecrübe ederler. Bu noktada, çocukların çok önemli ve dikkatli gözlemciler olduklarını sürekli kendimize hatırlatmalıyız.

Çocuklar, aslında her zaman ebeveynlerinin ne yaptığını izlerler. Stresle nasıl başa çıktıklarını görürler. Ebeveynlerinin, diğer insanlara karşı nasıl davrandıklarını ve duygularıyla nasıl başa çıktıklarını gözlemlerler. Çocukların dikkat etmediğinin düşünüldüğü bir anda bile, onlar için olumlu bir rol model olmak son derece önemlidir.


Görüldüğü gibi, rol modelleme oldukça etkili bir ebeveynlik aracıdır. Bu araç, ebeveynliğin avantajı adına kullanılması gereken güçlü bir oluşumdur. Olumlu bir rol model olmak, önsezi ve öz kontrol gerektirmektedir. Günümüzde çocukları disipline etmek hakkında çok fazla konuşma ve araştırma yapıldığına şahit oluyoruz. Ancak şu noktada bilinmelidir ki ebeveynler, kendilerini disipline etme konusuna da eşit derecede önem vermelidir.


Bu süreç esnasında sıklıkla aynada kendimize bakmalı ve aslında çocuklarımıza neyi yansıttığımızı kendimize hatırlatmalıyız. Sıklıkla belirtildiği gibi, çocuklar süngerlere çok benzer ve her gün yaşadıkları, çevrelerinde tanıklık ettikleri deneyimleri kendi küçük dünyalarının içine hapsederler. Bu gözlemleri sonucundaki kazanımları, kendilerinde, kişiliklerinde ve ebeveynleri haricindeki sosyal ilişkilerinde de sürdürmeye devam ederler. 





Elif ÖZEN













Kaynakça


Bandura, A. (1969). Social-Learning Theory of Identificatory Processes. In D. A. Goslin (Ed.), Handbook of Socialization Theory and Research (pp. 213-262). Chicago, IL: Rand McNally & Company.


Bayrakcı, M . (2013). SOSYAL ÖĞRENME KURAMI VE EĞİTİMDE UYGULANMASI . Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi , 0 (14) , 198-210 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/sakaefd/issue/11210/133874


Domjan, M. (2015). The principles of learning and behavior. Stamford: Cenage Learning.

Boyd, D. R., Johnson, P. A., & Bee, H. L. (2019). Lifespan development.

Keith D. Ballard (1981) An Observation Procedure for Assessing Children's Social Behaviours in Free Play Settings, Educational Psychology: An International Journal of Experimental Educational Psychology, 1:2, 185-199, DOI: 10.1080/0144341810010207 

Lind J, Ghirlanda S, Enquist M. 2019 Social learning through associative processes: a computational theory. R. Soc. open sci. 6: 181777. http://dx.doi.org/10.1098/rsos.181777 

https://www.easternflorida.edu/community-resources/child-development-centers/parent-resource-library/documents/parents-powerful-role-models.pdf


https://centerforparentingeducation.org/library-of-articles/focus-parents/role-model-promise-peril/


https://www.aacap.org/AACAP/Families_and_Youth/Facts_for_Families/FFF-Guide/Children-and-Role-Models-099.aspx



















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...