Ana içeriğe atla

Victor Frankl İcat Etti; LOGOTERAPİ Hakkında Kısa Bir Bilgi

 

Yahudi bir ailenin çocuğu olan Viktor Frankl 1942-1945 yılları arasında Auschwitz toplama kampında yaşamıştır. Frankl, toplama kampındaki yaşamının logoterapi üzerinde de etkileri olduğunu belirtmiştir. Frankl gelişimi süresince Freud ve Adler’den etkilenmiş fakat aynı zamanda, onların bazı düşüncelerine karşı çıkmıştır. Üçüncü Viyana Ekolü olarak adlandırılan ve Viktor Emil Frankl tarafından kurulan logoterapi; insanı içine düşmüş olduğu anlamsızlıktan kurtararak, insanın anlam bulmasına yardım etmeyi ve insanı yaşamış olduğu “varoluşsal boşluk”tan kurtarmayı amaçlamaktadır.

Adını Yunanca bir kelime olan "Logos" (Anlam)'tan alan Logoterapi (Logotherapie), Viktor Frankl öncülüğünde kurulmuş yeni bir psikoterapik yaklaşımdır. "Anlam"ı merkez kavram olarak kabul eden bu ekol, "anlam kazandırma yoluyla terapi"yi temel tedavi metodu olarak benimser.

Varoluşsal yönelimli Viktor Frankl, “logoterapi” sözcüğünü 1920’li yıllarda ilk defa kullanmıştır. Daha sonra bu terapi kavramını ifade eden “varoluşsal analiz” terimini eş anlamlı olarak kullanmış fakat diğer varoluşçu yaklaşımlarla karışmasını önlemek için kendi kuramından terapötik bağlamda “logoterapi” olarak söz etmiştir. Logoterapinin kurucusu olan Viktor Frankl, bu kavram hakkında yirmili yıllarda kendi tabiri ile psikoterapinin Mekke’si olan Viyana’da, özellikle içlerinde Freud, Schilder gibi isimlerin de olduğu bir toplantıda: “…1926’da bir konferans verdiğim ve ilk kez akademik çerçevede logoterapiden söz ettiğim bir çalışma grubu da vardı. Logoterapinin alternatifi olan “varoluş analizi” tanımını 1933’ten sonra kullanmaya başlayacaktım. Ancak söz konusu zaman noktasına kadar geçen süre içinde bu alandaki düşüncelerimi belli bir dereceye kadar sistematize etme fırsatı bulacaktım…”  sözleriyle kendisi de ifade etmiştir.

Geleneksel psikoterapi yöntemleri “terapi yoluyla anlam bulmayı” savunurken, logoterapi “anlam yoluyla terapi” düşüncesine odaklanmaktadır. Geleneksel anlayış, anlama ulaşma, kendini gerçekleştirme, olmak istediği gibi olma, mutluluğa ulaşma gibi sağlıklı kişilik ifadelerini tanımlarken, psikolojik tetkikler açıkça göstermektedir ki, anlamın göz ardı edildiği girişimde, ortadan kaldırılan her nevroz, yerini çoğu zaman “varoluşsal boşluk”a bırakmaktadır. Böyle bir sonucun en önemli nedeni, insanın en temel eğilimi olan “anlam arayışı” kavramının göz ardı edilmesidir.

Logoterapinin bakış açısını şu iki varsayım özetlemektedir; 

  • İnsanlar ruhsal varlıklardır

  • Hayatın zorlukları, duygusal ve ruhsal gelişimimiz için birer basamak görevi görmektedir

Bu bağlamda Frankl (1986), insan hayatının bedensel, akli ve manevi olmak üzere üç boyuttan oluştuğunu ifade etmektedir. Bunlar içerisinden manevi boyutun, bizi insan yapan yönümüz olduğu için, asla ihmal edilemez olduğunu eklemektedir. Bununla birlikte ruh, ayrı olarak tüm güçleri denetim altında tutmaktadır. Ruhun bu potansiyeli, eylemleri ve duyguları en iyi seçimleri yapmak ve anlamlı hedeflere ulaşmak için yönlendiren bir güce karşılık gelmektedir.

Frankl (2007) insanın anlam ihtiyacına sıklıkla vurgu yapmakla birlikte her nevrozun nedeninin anlamsızlık olmadığını da belirtmektedir. Ona göre eğer bireyde bir anlam yoksunluğu söz konusuysa, nevrozun asıl nedeni anlam boşluğu olmasa da, bu boşluğu doldurmanın yine de iyileştirici bir etkisi olacaktır. Dolayısıyla logoterapi, geleneksel terapi sistemlerinin psikojenik (ruhsal kökenli) nevrozlar için sebep olarak göstermiş olduğu şartlanma, öğrenme gibi psikodinamik süreçleri kabul etmekle beraber, sadece insana özgü olan anlam arayışının ve bu arayışın engellenmesi sonucu ortaya çıkacak nevrozun daha ciddi olduğu ve aranılan anlamın bulunması dışında başka hiçbir yolla o boşluğun doldurulamayacağı fikrini savunmaktadır.

Frankl (2007) bireysel nevrozların yanı sıra sosyojenik (toplumsal kökenli) nevrozların da varlığına dikkat çekmektedir. Ayrıca kitle nevrozu olarak adlandırdığı bu durum bireysel anlamda olduğu gibi toplumsal anlamda da ortaya çıkan varoluşsal engellemedir. Bu engellenme Frankl’ın yayınlarında “varoluşsal vakum” (existential vacuum) olarak da yer bulmaktadır. Varoluşsal vakum, can sıkıntısı, boşluk hissi ve bunun davranışsal yansıması olan durgunlukla kendini göstermektedir. Toplumdaki maddi zenginlik ve gelişen teknolojik imkanlarla doğru orantılı olarak refahın artması, kişinin kendi başına çaba sarf etmeksizin yaşamını sürdürmeyi garanti eden bir refah sistemini sunduğu için toplumu varoluşsal anlamda tehdit etmektedir. Bireyde belirgin bir vakumun oluşması, çeşitli semptomları tetikler ve varoluş nevrozu (nöojenik nevroz) belirmeye başlar. Nöojenik nevroz alkolizm, depresyon, obsesyonelizm ya da yıkıcı davranışlar şeklinde dışa vurabilir. 

Logoterapi’de temel mesaj şudur; insan hayatını niçin yaşadığını sorgulamalıdır, çünkü insanın temel meselesi budur: “Benim bu hayatta var olma amacım ne?” Logoterapi, insana her zaman biricikliğini vurgular. Her insanın hayatının anlamı kendine özgüdür. Frankl’ın dediği gibi: “Herkesin kendine özgü anlamında içeriği gerçekleştirmesi önemlidir”. Frankl, insanın biricikliğini vurgulamak için bu bağlamda; her insanı birbirinden ayıran, varoluşuna anlam veren bu eşsiz olma durumu, insan sevgisinde olduğu kadar yaratıcı çalışma üzerinde de etkilidir. Bir insanın yerine bir başkasının konulmasının imkânsızlığı kavrandığında, bu kişi için, o insanın varoluşuna yönelik sorumluluğunu olası kılmaktadır. Kendisini sevecenlikle bekleyen bir insana ya da tamamlanmamış bir işe yönelik sorumluluğunun bilincine varan kişi, yaşamında bir anlamın var olduğuna inanarak hayatını kesinlikle kenara itmeyecektir, onu aramaya koyulacaktır. 

Öğr. Gör. Behice Belkıs ÇALIŞKAN

Kaynaklar 

Frankl, V. E. (1999) Duyulmayan Anlam Çığlığı. Ankara: Öteki Psikoloji. 

Frankl, V. E. (2016). Hayatın Anlamı ve Psikoterapi. Çev. Veysel Atayman. Ankara: Say Yayınları. 

Frankl, V. E. (2018). Anlam İstenci. Çev. Mustafa Yalçınkaya. İstanbul: Öteki Yayınevi.

Frankl, V. E. (2018). İnsanın Anlam Arayışı. İstanbul: Okuyanus Yayınları.

Geçtan, E. (1990). Varoluş ve Psikiyatri. Metis Yayınları



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...