Ana içeriğe atla

Psikoterapi Arayışı: Bilinçli İyileşme, Bilinçle İyileşme

 

İnsan türünü diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden biri olan biliş, insanların kendisi ve çevresiyle ilgili bilgi edinmesini, topladığı bilgileri benzer kategoriler altında depolamasını ve bu bilgileri gerektiğinde kullanmasını sağlamaktadır. Bilinç ise, elde ettiğimiz bu bilgiler ile bizlere kendi hayatımızı veya çevremizi etkileme, yönlendirme konusunda yardım etmektedir. Karşımıza çıkan farklı yolları, olasılıkları fark etmek, onları anlamlandırmak ve sonuç olarak birinde karar kılmak için bilince sahip olmak gereklidir. Bazı zamanlarda kişinin kendine veya hayata dair farkında olmadığı, yani bilinçdışı olan bilgileri de bulunur fakat kişi için bu bilgiler henüz işlenmeye hazır değildir. Tıpkı bir problemi çözebilmemiz için öncelikle ortada bir problem olduğunu görmemizin şart olması gibi. Farkındalık oluştuğunda ise elimizdeki bilgiler ışığında alınan kararlar kimi zaman basit, kimi zaman zorlu süreçlerden geçmeyi gerektirir. Kişi bilinciyle kavradığı yaşam olayları arasından hangisi için kaynaklarını (zaman, enerji, para vb.) kullanacağını seçer (Hennecke ve Freund, 2017). Artık problemin varlığı kişi tarafından teşhis edilmiştir ve değişim için arayış başlar. Bir problemin var olduğu teşhis edilse de ne olduğu tam olarak anlaşılamayabilir. O yüzden sorunun daha detaylı olarak tanımlanması, çözüm arayışına girmeyi kolaylaştıracaktır.

İşte, insanın kendini keşfetmesi ve psikolojisini anlaması buna benzer bir süreç ile gerçekleşmektedir. Psikoloji biliminin sorunları fark etme, olanları anlamlandırma ve çözüm bulma konusunda farklı yaklaşımları bulunmaktadır. Fakat psikoloji temelde insanı analiz etmek için “Ne”, insan hakkında edindiği bilgileri sentezlemek için “Nasıl”, sebebini araştırmak için ise “Niçin” sorularını sorar (Schultz ve Schultz, 2002). Bu soruların sorulmaya başlanmasından önce, yani psikoterapi arayışı öncesi (farkındalık öncesi-bilinçdışı) dönemde, kişi kendisinde bir sorun olduğunu düşünmez ve dolayısıyla kendisine “Ne” olduğu sorusunu soramaz. Herhangi bir sorunun semptomları fiziksel, sosyal ve/veya ruhsal şekilde hissedilmeye başlandığında (örneğin, yorgunluk, sosyal ilişkilerde bozulma ve mutsuzluk) kişi kendisine “Ne” sorusunu sorabilir fakat “Nasıl” sorusunu sorduğunda net bir cevabı olmayabilir. İnsan ile psikoterapinin yolu tam da bu noktada, kendini keşif yolculuğunda sorunlara neyin yol açtığına dair arayışa girmesiyle kesişmektedir. Danışan ve terapist, danışanın farkında olmadıklarını gün yüzüne çıkarmak, var olan deneyimlerini anlamlandırmak için “Nasıl” ve “Niçin” sorularının cevabını birlikte araştırır. Örneğin, danışanın deneyimlerine ilişkin algılarının ortaya çıkarılması, ardından bu algılara nasıl farklı bir çerçeveden yaklaşılabileceği konusunda “bilişsel yeniden yapılandırma” yapılması bilişsel terapinin temelini oluşturur (Goldstein, 2013). Böylece kişi iyileşme için de bir miktar yol katetmiş olur ve bir bakıma katarsis (arınma) yaşar. En az tedavi arayışının başladığı noktada olduğu kadar, bu iyilik halinin sürdürülebilir olması da motivasyonla ilgilidir. Hayata ve kendine karşı bakış açısını değiştirmeye çalışan kişi için bu süreçler her zaman kolay ve hızlı ilerlemeyebilir. Yine de bu sorumluluğun göze alınması, kişinin yoluna çıkan sıkıntılar karşısında sebat etmesini sağlarken, başarılı olabileceğine dair inancını da arttırmaktadır. 

Diğer yandan, psikoterapi tek başına sorunlara dair bilişlerle veya ruhsal problemlerle değil aynı zamanda pozitif duygularla da ilgilenmektedir. Genel bir iyilik ve mutluluk hali, hayattan hoşnutluk ve geleceğe dair umut besleyebilme pozitif psikolojinin konuları arasındadır. Kişinin becerilerini geliştirmesi, bu yolda gösterdiği azim ve yaratıcılık sonunda ulaştığı bilgelik, o kişinin olumlu ve güçlü yönlerini ortaya çıkartmaktadır. Bu katkılar aynı zamanda nezaket, fedakarlık, hoşgörü gibi toplumsal değerleri de pekiştirmektedir (Slade, 2010). Yaklaşımı ne olursa olsun psikoterapi, terapi sonlandırılıncaya kadar kişilere daha cesur bir şekilde kendini keşfetmesi için ve iyileşme adımlarını atması için olanak sağlar. Danışan, daha önce bu adımları atamamasına neden olan engeller konusunda bilinçli hale gelmekte ve bu engellerle tekrar karşılaştığında ne yapması gerektiğini öğrenmektedir. Nitekim, terapinin sonlanması kendini anlama arayışının son bulduğunu göstermez. Kişi, edindiği beceriler sayesinde, gelecekte de bu bilinçle sorunlarının ve çözümlerinin peşinde aktif bir rol oynar. 

Sonuç olarak, hayatımıza yön vermek üzere attığımız her adım, arkasında karmaşık zihinsel süreçler barındırmaktadır. İnsan, doğası gereği hayatını bilişe ve bilince sahip olarak sürdürür fakat aslolan elindeki bu gücü kendinin ve çevresinin iyiliğine olabilecek şekilde değerlendirebilmektir. Bu değişime yapılacak maddi ve manevi yatırım, sahip olunan motivasyonun düzeyine göre değişkenlik gösterebilmektedir. Motivasyonun, kişiyi harekete geçirmek için yeterli seviyede olması, hayata daha olumlu bakabilmenin ilk ve en önemli adımıdır. Adımların daha sağlam atılması ve bilinçli iyileşme için kimi zaman psikoterapi gerekli olabilmektedir. Bu bağlamda psikoterapinin sağladığı kazanım, hayat boyunca adımların daha güçlü ve kendinden emin şekilde atılmasıdır.

Psikolog Zeynep Aliye VATANSEVER

KAYNAKÇA

Goldstein, E.B. (2013). Bilişsel Psikoloji (O. Gündüz Çev.). İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Hennecke, M. ve Freund, A.M. (2017). The development of goals and motivation. Personality Development Across Lifespan, 257-273. doi: 10.1016/B978-0-12-804674-6.00016-8

Schultz, D.P. ve Schultz, S.E. (2002). Modern Psikoloji Tarihi (Y. Aslay Çev.). İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Slade, M. (2010). Mental illness and well-being: the central importance of positive psychology and recovery approaches. BMC Health Services Research, 10(26). doi: 10.1186/1472-6963-10-26.

Gökben KALAFAT


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...