Ben kimim? Bu dünyadaki rolüm ne? Neye benziyorum? Neden diğerlerinden farklıyım? Hepimiz bu tarz soruları hayatımızda bir dönem az ya da çok da olsa düşünmüşüzdür. Her insan kendini, amacını veya toplumdaki yerini bulmak için birtakım zihinsel arayışlar içine girebilmektedir. Toplumumuzda, benlik, kişilik ve kimlik gibi bu arayış için önemli kavramların karıştırılabildiği görülebilir. Bunlar çoğu kişi için birbirine çok yakın şeyler de olsa aslında durum tam anlamıyla böyle değildir.
Benlik, bireyin kendine yönelik, deneyimlerle zenginleşen bilinçli algılarının tamamına verilen isimdir. Kendine, bir bütün ya da parça parça olan ilgisi ve düşünce becerisidir. Benliğin gelişim süreci sosyal hayata paralel olarak tüm hayat boyu devam etmektedir. Benliğin oluşumunda, toplumun içindeki bireyin çevresindeki insanların tutumu, tepkisi ve davranışı etkili bir rol oynar ve kişinin bunları algılaması sayesinde kişi bir kimlik oluşturur.
Kimlik ise bireyin kendini tanımlamak ve anlamlandırmak için oluşturduğu, benlik tarafından geliştirilebilen anlamlardır. Örneğin bir bireye “Sen kimsin?” sorusunu sorduğunuzda vereceği yanıtlardan biri “Ben anneyim.” olabilir. İşte bu, annelik kavramının kişi için taşıdığı anlam, onun kimliğini oluşturur. Bu örnekten anlayabileceğimiz gibi, kimlik toplumdaki her rolümüz için farklılık gösterebilmektedir. Öğretmen, Müslüman, anne, kadın ve kardeş bir bireyin sahip olduğu birçok kimlikten birkaçı olabilir.
Bütün bunlardan farklı olarak kişilik ise, kişiye özgü ve tutarlı, yapılaşmış özelliklerdir. Kişilik bir bireyin, sosyal ve fiziksel ortamdaki etkileşimini, tavır, tutum ve davranış biçimini tanımlayan özelliklerin bütünüdür. Kişilik, kimlikten farklı olarak değişimi iradi olarak kolaylıkla gerçekleştirilemeyen kalıplaşmış özelliklerdir. Bir atasözüyle anlatmak gerekirse “Huylu huyundan vazgeçmez.” diyebiliriz.
Benlik üzerine pek çok psikolog, düşünür ve filozofun farklı yorumları bulunur. Özellikle 19.yy sonrası “benlik arayışı” kavramının felsefeye girmesi ile birlikte pek çok filozof ve felsefi akım benlik üzerine fikir belirtmiştir. Bunun temel sebebinin, insan ile ilgili bütün alanlarda, benliğin temel işlevi sebebiyle olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Fakat benliği veya benlik arayışını tanımlarken kesin yargılara ulaşmamız anlamsız olur. Bu yüzden de bu yazının benim fikirlerimin bir kısmı olduğunu belirtmek isterim.
Benlik arayışı, insanın her dönem yaşayabileceği bir ruh halidir. Bazen önemli anlarda bazen ise çok sıradan zamanlarda içimizde bir “yabancılaşma” oluşur. Kendi algımıza ve çevreye karşı bu yabancılaşma bir durağanlık içerisinde zihnimizde belirir. Nesnelere yabancılaşıyor gibi görünen zihin aslında nesneleri algılayan kendine yabancılaşır. İşte tam da bu benlik arayışıdır.
Algılarımızın kontrol dışı olduğunu varsayarsak, benliğimize zaman zaman yabancılaşmamız belki de doğal bir süreçtir. Bu konuda birçok fikir belirtmiş olan Egzistansiyalist filozoflar, bu tarz duygu-durumları, özellikle, yazdıkları romanlarda çok iyi betimlerler. “Modern insanın en çetin problemi” olarak aktaran Rollo May, insanın kendini unutmasının çok büyük bir trajedi doğuracağını söyler (2014, s.156). Hatta çoğu Egzistansiyalist benlik arayışının sadece bir durum olmadığını ve gereksinim olduğunu iddia eder. İnsanın, benlik arayışına girmeden özünü tamamlayamayacağını öne sürer. Bu çerçevede doğru bir düşünce sistemi içerisinde benlik arayışı, insanın bir gereksinimi olabilir ve sonuçta insanın kendini tanımasına yardım edebilir.
Benlik arayışını başka bir açıdan ele almak gerekirse, ideal benliğe ulaşma isteği günümüz toplumlarında etkili gibi görünebilir. Özellikle gençler arasında trendi takip etmek gibi bir davranış tutumu çokça gözlenmektedir. Bu durum, ideal benliğe ulaşılamadığında zihinsel bir uyuşmazlık oluşturabilir. Edward Higgins’in ortaya koyduğu Özbenlik Çelişki Teorisi, ideal benlik ve gerçek benlik arasındaki uyuşmazlık, duygusal ya da psikolojik ciddi bir çatışma yaratabilir (Higgins, 1987). Bu psikolojik ve duygusal çatışma, günümüz popüler kültürünün ve sosyal medyanın gitgide güçlenmesiyle daha önemli bir sorun haline gelmiş gibi gözüküyor. Arkadaş çevrelerinden ya da takip ettikleri fenomenlerden etkilenen insanların sayısı günden güne artıyor gibi görünüyor. Bu değişim, ideal benlik ve gerçek benlik arasındaki boşluğu arttırıyor ve insanların kendinden memnun olmamasına, sonuçta daha mutsuz bireylere dönüşmesine sebep olabiliyor. Bu durum ilerlediğinde kişinin toplumsal yanının zayıflaması ve daha ileri durumlarda ciddi depresyon görülebiliyor. Tüm bunları toparlamak gerektiğinde, bir kısa söze girmem gerekebilir; her benlik ve her kişilik eşsizdir. Her insan nadidedir, kendine özeldir ve kimsenin bu durumu yargılama lüksü yoktur. Kendimizi, kendimiz olduğumuz için sevmeye başladığımızda her şey daha güzel olacak. Kimsenin, daha üstün bir benliği, kimliği ya da kişiliği olmadığı gerçeğini kabul ettiğimizde, çoğu sorundan kurtulabileceğiz…
Cem ALTIPARMAK
Kaynakça
Higgins, E. T. (1987). Self-discrepancy; A theory relating self and affect, Psychological Review, 94, 319–340.
MAY, Rollo, Varoluşun Keşfi, (Çev. Aysun Babacan), Okuyan us Yay., İstanbul 2014.
Yorumlar
Yorum Gönder