“Zayıftım, itildim. Gücüm yetmedi, dövüldüm. Ben kadınım. Gözyaşlarımı içime akıttım. Sahipsiz kalma dediler. Sustum. Ellerini kaldırdılar. Karşılık verme dediler. Öldürüldüm. Kimi zaman yemek pişmemiş dediler. Çocuk doğuramıyorsun sen hastalıklısın dediler. 14 yaşında ev işi bilmezdim. Beceriksiz dediler, dövdüler. Ruhum incindi. Bedenim incindi. Ben kadınım. Beni balkondan attılar. İntihar etti dediler. Sokağın ortasında kurşuna dizdiler. Namusumu temizledim dediler. Ben kadınım. Çocuğumun gözlerinin önünde boğazımdan bıçaklandım. Feryatlar içinde son nefesimi verdim. Ben kadınım. Parçalara ayrılarak yakıldım. Kül oldum. Sesimi duyuramadım. Ben kadınım. Bedenim bir varile yakıldı ve üzerine beton döküldü. Ben Ayşe'yim, Fatma'yım, Pınar’ım, Özgecan'ım, Emine'yim...”
Bizim okurken bile hayal etmekte zorlandığımız, kalbimizin, ruhumuzun kaldıramadığı bu olayları, kadınlarımız bir yerlerde yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Bir çiçek soldu. Gökyüzü karardı. Yapraklar döküldü. Kuşlar sustu. Anneler ağladı. Evlatların çığlıkları yankılandı. Geceler gündüzleri, yazlar kışları takip etti. Zaman geçti. Cinayetler bitmedi. Şiddet son bulmadı.
Tüm kötülüklere rağmen kadınlarımız dimdik ayakta durmalı ve biz varız demeye cesaret etmeli. Kadınlar; annedir, evlattır, aşktır, sevdadır, merhamettir, fedakarlıktır. En mühimi güçlüdür. Yaşadığımız toplumda hep okuyan, meslek sahibi olan, yüksek mevki ve makamlara ulaşmış tabiri caizse mürekkep yalamış kadının güçlü olduğu kanısı vardır. Bu yazımda sizlere okuma fırsatını yakalayamamış yahut yakalasa da çok büyük zorluklar atlatmış; duruşları, sözleri ve cesaret edip başardıkları ile muazzam birer örnek olarak ilham veren iki güzel kadının hikayesinden bahsetmek isterim.
İnancın ve azmin güçlü bir simgesi olan Anadolu'da konar göçerliğin son temsilcileri olan Sarıkeçililer Yörüklerinden Keziban Özgül Yagal...
Kendisi hayatını kıl çadırda sürdüren, zor şartlar altında üniversite okuyan güçlü bir kadın. Yaşamı boyunca okumak için hep çeşitli zorluklara katlanmış. Bir yandan kitaplarıyla, bir yandan ardına düştüğü sürüsüyle dağ tepe demeden dolaşan, konar-göçer kültürün nadide bir parçası olarak, yörüğün “yırtılsa da çarığı, yüklü deve beklemez” diyen sevgili Yagal'ın azmi ve inancı hepimize ilham olacak boyutta.
Sabahın ilk ışıklarında başladığı, çeşitli sorumluluklarının zorluğu altında olduğu her güne umutla ve sesine yansıyan mutlulukla başlayan Özgül Hanım kendini çok şanslı görüyor ve yaşadığı hayatı kendine bir nimet sayıyor. Mutluluk ve huzur onun uzağında değil. Bizzat ellerinin arasında tutabildikleriyle mutlu, iç görüsü mükemmel olan bir kadın. Amiyane ifadeyle “köylü, cahil” diye birtakım insanların şuursuzca hor göreceği bu güçlü kadın, gün doğup akşam olana dek güneşin milim milim hareketlerinden zamanın tadına varıyor. Güneşin değişen hareketlerine göre yön tayin etmenin verdiği huzuru en güzel şekilde tahayyül ediyor. Çocukluğundan bu yana hayat onu büyütüyor ve öğretmeni oluyor. İnsanın istediği hiçbir şey olmazsa yaşadığı hayatta umutsuz olur, her şeye sahip olarak doyumsuz olur diyerek kendi içinde ve hayatında oldukça iyi bir denge kuran Özgül Hanım belki de onlarca kişisel gelişim kitabının ve uzmanlarının anlatmak istediğini bir cümlede özetliyor. Mutlu insanı -ilkel bir felsefeden uzak olduğunu söyleyerek- karnını doyurabilen ve sevdikleri ile beraber olan kişi olarak tanımlıyor.
Trafik kazasında eşini kaybeden Özgül Hanım o eksikliği ve acıyı her gün, her an yaşadığını söylüyor. Kızı Berra büyüdüğünde çocukluğuna dönüp baktığında hiç bir şeyi özlemesini, eksikliğini hissetmesini istemiyor. Çocukların hayatını dur demeden yaşaması gerektiğini savunan Özgül Hanım kızına kesinlikle dur demiyor -toprakla, çamurla, suyla oynasa dahi-. Durup baktığımızda burada hayatın zorluklarına karşı dimdik duran güçlü bir kadın ve anne görüyoruz. Ne baba eksikliğinin ne de yaşamının türlü zorluklarının yıldırmadığı Özgül Hanım’ın gücü aslında tüm kadınların sahip olduğu gücün bir yansıması ve timsali.
Şimdi de sizlere hemen hemen hepimizin tanıdığı, sanki daima hayatımızdan ailemizden biri gibi olan başka bir güçlü ve ilham veren kadını yani Ümmiye Koçak teyzemizi anlatmak isterim.
Kendisi bir tiyatronun kurucusu aynı zamanda oyuncusu, bir oyun yazarı ve ödüllü bir yönetmen.... Muğla ‘nın bir köyünden başlayan, azim ve iradenin, bu güçlü kadının hikayesi kıtaları aşarak muhteşem bir başarı hikayesine dönüyor.
Ümmiye teyzemiz sinemada En İyi Asyalı Kadın Sanatçı ödülüne New York Film Festivali’nde sahip olarak kadının gücünü tekrardan gözler önüne seriyor.
Bir kahraman gibi sosyal bilgiler kitaplarına giriveriyor. Anadolu kadınının başarı hikayesi başlığını anlatacak en iyi örnek olarak. Çünkü o Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu’nun kurucusu, gururumuz.
Aynı zamanda kendisi Cristiano Ronaldo'nun reklam partneri ve uzun metrajlı bir film olan Yün Bebek’ in yazarı. Sevgili Ümmiye teyzemizin yazdığı 7 oyun ve 9 öyküsü bulunmaktadır. Yurt içi ve yurt dışında da aldığı 11 ödül vardır.
Sözün özü; okuyan bir kadın da okumayan bir kadın da güçlüdür. Anne olan da güçlüdür anne olmayan da. Dağlarda keçilerinin ardında koşan da güçlüdür, masasına oturmuş sözleşmelerini imzalayan bir kadın da. Güldüğümüz, ağladığımız, saçlarımızı özenle tarayarak yahut kendi inancımız ile başımızı örterek dışarı çıktığımız, duygularımızı anlattığımız, gururla mesleklerimizi yaptığımız ya da evimizde şahane bir anne olarak mükemmel evlatlar yetiştirdiğimiz halimizle güçlüyüz. Ne olduğumuzun önemi yok. Bizler kadınız. Öldürmek, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamak bizi güçlü yapmaz. Çünkü biz bunları yaptık diye alkışlanmayız. Takdir edilmeyiz. Özünde insan olan cinsiyeti, dini, dili, ırkı fark etmeksizin bunlarla takdir edilmek ve alkışlamak istemez. Merhametine, kalbine ve ruhuna gölge düşürmez. Kadının umudu olunca ne Ümmiye teyzeler eksilir, ne de Özgül Hanımlar. Her birimize örnek ve ilham olmaları dileğiyle...
Yağmur Çilenger
Yorumlar
Yorum Gönder