Kocaman gülümsemesi ve küt kesilmiş saçlarıyla etrafına neşe saçan bir çocuktu. Yüzündeki bu ifade daim olduğu sürece kaç yaşına gelirse gelsin hep aynı kız olarak kalacak, o olduğu onu yıllar sonra görenler tarafından anlaşılmaya devam edecekti.
Yüzündeki bu tatlı ifade ardında sevgi, merak ve umut barındırmaktaydı. Sevgisi, çevresindeki her bitki ve hayvan tarafından hissedilmekteydi. Emekle suladığı çiçekler tüm güzellikleriyle açar ona adeta teşekkür eder; başını okşadığı her kedi bacakları arasında mırıltılarla dolaşırdı. Lakin insanlar arasında sevgisini bu samimiyetle karşılayamayanlar oldu. Okulundaki öğretmenleri, yıllarını birlikte geçirdiği arkadaşları onu hep çok sevdi. Fakat hayatında bu sıcaklığa karşı sımsıkı bir zırhla kuşanmışçasına direnen biri vardı: annesi. Doğduğu andan bu yana gözlerine bir kere dahi bakıp onu sevdiğini dile getirmemişti. Biliyordu, gösterilmeyen ancak saklanandı. Bu dile getirmeyiş ise ardında bir gösterilmeyeni gizlememekteydi.
Annesinin yaşamı boyunca ona hep yardımcı oldu. Hep onun dilediklerini gerçekleştirdi. Onun sözünden bir kez dahi çıkmadı. Uslu ve akıllı bir çocuktu. Buna rağmen gençliğinde babası ile korkutulmaya çalışıldı. Nerede nasıl davranması gerektiğini bilen bir kızdı, annesi “Elalem ne der?” diye söylenir, okuldan eve geliş süresini tutardı. Evliliğinde her anın özel olması gerektiğine inanır, hiçbir erkeğin elini tutmazdı; yine de geceleri bir erkeğin onu aradığı gerekçesiyle uyandırılır, kendisine “Kim o çocuk?” diye hesap sorulurdu. Hâlbuki babası anlayışlı bir adam, komşusu kötü niyetten uzak, kendisi ise hiç kimseyle sevgili olmamış bir genç kızdı.
Öğrenmeye oldukça meraklıydı. Ödevlerini de büyük bir emekle yapardı. Başladığı her iş başarıyla neticelenirdi. Buna rağmen okuma yazmayı öğrenirken kafasına hep terlik yer, aptal olduğunu işitir; heyecanla ailesine gösterdiği ödevinden takdir almaz, aksine ödevinin bir kenara fırlatılışını seyrederdi.
Narin kollarıyla kendi bedenini umutla kucaklar, hiçbir zaman onların dediği gibi biri olmadığını ve asla da olmayacağını kendine söylerdi. Ne bebekken, ne küçük bir kız çocuğuyken, ne de gençken onların dediği gibi biriydi, ne de yetişkinliğinde ve yaşlılığında öyle olacaktı.
Yirmili yaşlarına geldiğinde bir adamla evlendi. Artık ailesinde ilk defa onu sevgiyle karşılayan, merakını takdir eden, umuduna parıltı katan biri vardı. Yıllarca kendi içinde fısıldadıklarından, henüz işitmemişken dahi haberdar olan biriydi o. Birbirilerini sevdiler, beraber öğrendiler ve birbirilerine umutla fısıldadılar.
Doğurdu. Kızı henüz yedi aylıkken yanına gelivermek istemişti. Doğum oldukça zorlu geçmişti. Bebeği, karnında boğulmaktan bir mucize ile kurtulmuş, kendi ise ölümden dönmüştü. Hamilelik süreci de bir o kadar zor geçmişti. Başlangıçta bedeni minik bebeğini reddetmeyi denemiş fakat bebeği ise bir o kadar büyük bir kuvvetle annesine sarılmıştı.
Tüm bu zorluklara rağmen kızını tüm sevgisiyle karşıladı. Küçüklüğünden bu yana kendini sarıp sarmalayan kolları bu defa minik kızını kucaklıyordu.
Her daim onun gözlerinin içine nezaketle bakarak sevgisini dile getirdi. Her istediğinde ellerinden tutarak dinledi onu. Dilediği kimselerden ilgi görmediğinde dahi onu ilgiyle dinleyen hep kendisi oldu. Merak ettiklerine onunla beraber yanıt aradı. Onu hep destekledi. Kızının yaşamına dair hep ondan çok daha umutlu oldu.
Havva ve Âdem’in cehennemi böylesine güzelse kim bilir cennet ne kadar güzeldi.
Ayşe Rüveyda Akgüngör
Yorumlar
Yorum Gönder