Ana içeriğe atla

Zehir ya da Panzehir

Her duygunun var olması aslında hepsini zaman zaman hissetmemizin doğal olduğunu gösterir. Üzüntü olmadan sevinci, kırgınlık olmadan gönlün hoş edilmesini ve nefret olmadan da sevgiyi anlayamayız. Tüm duygular içinde insanın hayatını sevginin güzelleştirdiğine inanırız. Hepimiz sevme ve sevilme ihtiyacını hissederiz. Ailemizin bizi koşulsuz sevmesini bekleriz çünkü varlığımız onlarla başlar, ilk bağ anne ile kurulur. Annenin sesinden duyarız dünyayı, babanın kollarından alırız güveni. Her bir başarıda alkışlamasını bekleriz büyüklerimizin. Küçük yaşta başarıya odaklanmadan onların takdirine dikkat kesiliriz. İlk adımlarımızı atarken nasıl elimizden tutarlarsa hep yaslanacağımız dağ olsunlar isteriz. Bizi hayata hazırlayan her kimse onunla kurduğumuz bağ etkiler tüm ilişkilerimizi. Çok sevilip ilgiye doyamayanlarımız hep daha fazlasını bekler çevresinden. Yuva sıcaklığını bulamayanımız hep bir aile arar, birilerine evimsin demek ister. Ailede başlayan sevgi ya da sevgisizlik, sosyalleşmeyle başkalarına yayılır. Ya ailemize ya bir yakınımıza benzer ilişki kurduklarımız. 

Bazen sevmekten ve sevilmekten öyle korkarız ki kaçarız herkesten. Öyle doymayız ki sevip sevilmeye herkes sevsin bizi diye kendimiz olmaktan vazgeçeriz. İlginin odağı olmak için verdiğimiz tavizler tanıştırır bizi en zararlı sevgiyle, hatta sevgisizlikle. Bu zarar ki derinden sarsar bizi, kendimizi sevemeyiz. Bazen de öyle seviliriz ki hatalarımızla, içimizdeki boşlukları tamamlamadan sevmeye başlarız kendimizi. Sevmek bir sorun ya da bir çözüm mü bizim için? Sevilerek, seveni severek mi buluruz kayıp parçalarımızı? Sevilmeyerek, sevmeyenden nefret ederek mi eksiliriz? İçimizdeki boşluklarda kaybolmamamız mı yoksa o boşluklara düşmemiz mi bağlı sevgiye? Sevgi kanımıza karışan bir zehir mi yoksa damarlarımızda bizi huzursuz ederek dolaşanı yok eden panzehir mi? Yanlışlarımız söylenmeden her yaptığımıza alkış tutularak sevilmek tanrılaştırır gözümüzde kendimizi. Böyle bir sevgiyi kabul etmek gösterir aslında benliğimizden ne kadar memnun olmadığımızı. Ağzımızla kuş tutsak yaranamadığımız ilişkiler yıkar içimizdeki sınırları belirleyen duvarlarımızı. Çok sevilsek az sevmeye başlayarak, hiç sevilmesek gözlerimize perde inmiş gibi çok severek zehirleniriz. Bizi büyüten kişiler tarafından ihmal edilirsek bedelini öderiz başkaları tarafından yıpratılarak. Küçüklüğümüzde her istediğimize ulaşırsak çabasız bir şekilde elde edemediklerimiz döner durur kafamızda, sevgi dönüşür saplantıya ve biz dönüşürüz sevgiye aç olanları yıpratanlara. Bir kere sevginin her boyutundan zehirlenirsek benzeriz tıslayarak sürünen çıngıraklı yılana ve zehirleme ihtimalimiz olur her bağ kurduğumuzu. Eğer ararsak panzehiri, iyileştirirsek kendimizi öğreniriz yeniden sevmeyi. Sevginin ne fazlası ne azı olamaz bizim için panzehir. Ne zaman kendimiz kadar severiz başkalarını, ne zaman ki başkalarını sevdiğimiz kadar severiz kendimizi o zaman anlarız şu meşhur sevginin gücünü. Öğrenirsek dengeli olmayı sevgi olur bize panzehir, kapatır yaralarımızı, hatırlamayız izlerimizi. Orta şekerli kahvenin tadına bakarsak ne vazgeçmek zorunda kalırız şekerden ne zararını görürüz. Başlangıçta örülemeyen duvarları inşa edersek, her şeyi de sağlamlaştırırız severek. Ne aşırı sevmeliyiz, ne sevgisizlikle tanışmalıyız. Eğer bizi büyütenler kuramadıysa bu dengeyi, biz oluşturmalıyız yeni bir düzeni kendimizden vermeyerek ve bir başkasını ihmal etmeyerek. Sevgi zehir olsun istemiyorsak öğrenmeliyiz geçmişimizden geleceğimizde nasıl davranacağımızı. Panzehir olabilecek kadar güçlüyse sevgi, kurtarmalıyız onu olması gerektiği gibi sevmeyi bilmeyenlerden!

Elif Büşra BOZALİ




Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...