Sevgisizlik tıpkı sisli bir gece… Ne gittiğin yeri bilebilirsin, ne de kiminle gittiğinin farkındasındır. Sis etrafını öyle bir sarmıştır ki kendini bile kaybedersin. Sen öyle kaybolmuş dolaşırken bazen başka kaybolmuş bedenlere çarparsın. Sonra birbirinize tutunursunuz kime tutunduğunuzu bilmeden. Birlikte yolunuzu bulmaya çalışırsınız. Sonra durup düşünürsünüz. İçimizdeki bu sisler, nereden geldi ya da bizi bu sisli sevgisiz gecelere kimler attı diye.
Aslında insan olarak sevgiyi ilk gördüğümüz yer ailemizin ta kendisiydi. Annemizle babamız birbirini sevdikçe sevgi var, sevmedikçe sevgi yok sanmadık mı biz? Peki ya sevgiyi göremeyenlere ne oldu? Bugün herkesin ilgiyle izlediği Masumlar Apartmanı buna en büyük örnek değil mi?
Mesela evin büyük ablası Safiye, annesinin halüsinasyonlarını görüyor ve sürekli iffeti, namusu hakkında kendi ile bir hesaplaşma içinde. Aslında annesi (Hasibe) onu suçluyor gibi gözükse de Safiye çoktan kendini savunmayı bırakmış, kendi mahkemesinde suçlu olduğuna inanmış ve içten içe kendini cezalandırıyor. Aslına baktığımızda Safiye’nin annesinin de, kendi annesi tarafından namusu ile ilgili suçlandığını ve aşağılandığını görüyoruz. Her ne kadar o zamanlar yaşananlar Hasibe’nin canını çok yakmış olsa da, Hasibe de annesinin ona yaptıklarını Safiye’ye yaptı. Yani burada kuşaktan kuşağa geçmiş bir sevgisizlik, aşağılama ve suçlama davranışı görüyoruz. Bunların yanı sıra Safiye ruhen ve vicdanen kirli olduğuna o kadar inanmış ki ruhu dışında her şeyi defalarca yıkıyor ve aslında dışarı çıkmayarak, sürekli temizlik yaparak gerçeklerle yüzleşmekten kaçıyor.
Evin ikinci büyük kızı Gülben ise bize küçük bir çocuğu anımsatıyor. Gülben, insanlarla konuşurken sanki 5 yaşındaki çocuğa bir şey açıklarmış gibi bir ses tonuyla konuşuyor. Sır tutamaması, sürekli pot kırması, odasında hala oyuncaklarının olması, pastel renkli daha çocuksu kıyafetler giyinmesi, geceleri ya da korktuğu zaman altını ıslatması da aslında onun küçük bir çocuk gibi olduğunun başka bir kanıtı. Gülben sanki çocukluğunda sıkışıp kalmış da yeni yeni büyüyor gibi aslında. Öte yandan baktığımızda Safiye kadar temizlik takıntıları olmamasına rağmen sırf ablasına yaranabilmek için onun kurallarının doğru olduğuna kendini inandırmış. Zaten ilerleyen bölümlerde dışarı çıkabildiğini, aslında ablası kadar temizlik takıntısı olmadığını görüyoruz. Gülben, Masumlar Apartmanı’nda sevgiye en çok inanan ve anlam yükleyen karakter diyebiliriz. Esat’ın onu sevdiğini sanması aslında onu bu güne getiren, ayakta tutan tek umut olmuş. Bu sebeptendir ki tarafından sevildiğine inandığı ilk ve tek kişinin onu sevmediğini anlayınca bu denli yıkıldı. Yine hepimizin de bildiği üzere Masumlar Apartmanı’nda hiçbir çöp atılmıyor. “Bir gün kullanırız” diyerek onları çatıda tutuyorlar; tıpkı zihinlerindeki travmalarından kurtulamayıp sürekli onlarla yaşadıkları gibi. İşte tamda bu sebepten, Gülben çatıyı yakmaya çalışarak bize geçmişini sileceğini, her şeyin onun için bittiğini simgeledi aslında. O sahneden sonra Gülben hepimizin de fark ettiği ciddi bir dönüşümün içine girdi.
Birçoğumuzun başta romantikliğine hayran kaldığı sonra ise sevgisini korkutucu bulduğu Han ise, aslında annesinin sırf sevilmek için doğurduğu; bir umut erkek olduğu için kocasının onu daha çok seveceğini sandığı ama sonradan kendine rakip gördüğü evladı. Belki de bu sebepten, annesinden ve evdeki sevgisiz zararlı ortamdan oğlunu kurtarmak için babası onu yurda verdi. Ama anne sevgisi, aile sıcaklığı soğuk yurt yataklarıyla doldurulamıyor, bir öğretmen ya da kız arkadaşla da. Tıpkı Han’ın annesi yerine ablasını koyması, yurtta ise öğretmenine aşırı derecede bağlanması ama sonunda yine tek başına kalması gibi. Peki, Han neden hep çöplerle arkadaş hiç düşündük mü? Çöpler sevilmez çünkü iğrençtir ve kötü kokarlar; insanlar kullanmadıklarını, artık yanlarında istemediklerini çöpe atarlar. Hanla çöpün en büyük ortak noktası da bunlardır işte. Han, kendini tıpkı kokan bir çöp gibi yanına yaklaşılmayan, tekinsiz ve itilmiş hissediyor. Bir tek çöpler onu yargılamaz, bir tek çöpler onu bırakıp gidemez diye düşünüyor. Bundandır ki her canı acıdığında sevdiklerine gideceğine çöplerin yanına gidiyor. Bir diğer taraftan, Han’ın ürkütücü bir sevgisi de var ailesine ve İnci’ye karşı çünkü Han öğretmeni gibi ya da yurda bırakılırken terk edildiği gibi terk edilmekten o kadar korkuyor ki, korumacı tavrı bazen patolojik seviyelere ulaşabiliyor. Şimdilerde ise İnci’yle olan ilişkisiyle kendini iyileştirmeye çalışıyor.
Belki de evin psikolojisi en sağlam gözüken bireyi Neriman ise özgüvensiz, karamsar ve kendiyle barışık değil. Neriman’ın psikolojik sağlamlığı neredeyse yok denecek kadar az. Sanki yıkılmayı bekleyen bir duvar gibi en ufak bir reddediliş veyahut incinişinde yıkılıyor. En ufak olumsuzlukta kendini koluna zarar vererek cezalandırıyor. Yine ilerleyen bölümlerde görüyoruz ki Neriman, Ege’nin sevgisiyle kendini sevmeye ve travmalarından kurtulmaya başlıyor.
Evin yaşlı babası ise ailesinin baskısıyla yeniden evlenmiş ama yeni eşine ve ailesine yeterli sevgiyi asla gösterememiş bir adam. Aslında hafızasını zaman zaman kaybedip eski eşini hatırlaması; ölmüş eşine duymuş olduğu derin özlem ve sevgiden kaynaklanıyor. Sevdiği kadını kaybetmiş, onun özlemiyle yanan bir adam; bu adam tarafından hiç sevilmeyen, sevilmedikçe agresifleşmiş bir kadın ve mahvolmuş 4 çocuğun hayatı.
İşte sevgisiz bir ailenin ve sevgisizlik tohumunun açtığı karagüller... Sadece Derenoğlu ailesi değil, Masumlar Apartmanı’ndaki herkesin en büyük ortak noktası ailelerindeki sevgisizlik. Masum olmalarının tek nedeni, sevgi görmek isteyip de bir türlü görememeleri ve sevgi arayışı içinde olmaları, sevgisizliğe bu kadar inanmalarına rağmen aslında sevgiyle iyileşmeye çalışmaları. Yine anlıyoruz ki sevgi tıpkı bir nefes gibi bizi ayakta tutan tek şey. İnsan belki susuz yaşıyor birkaç gün ama sevgisiz yaşadığı her an aslında nefes alıp veren bir cesede dönüşüyor. Kalplerimizin sevgisizlikten ölmemesi, sisler içinde kaybolmaması, kaybolduysa bile bir an önce aydınlık günlere geçebilmesi dileğiyle…
Psikolog Macide KAHRAMAN
Yorumlar
Yorum Gönder