Ana içeriğe atla

Sevgide Bağlılık mı, Tutsaklık mı?


 “Onu Çok seviyorum! Onsuz yaşayamam! O olmadan nefes bile alamam ki! Çünkü o benim her şeyim!” Kendimizi böyle düşüncelerin içimizi sardığı ilişkilerde bulabiliriz. Ve kendimizi bu düşüncelere öyle inandırırız ki yanlış giden bir şeyler olduğunu söyleyen içimizdeki sesi duymaz hatta yaşayabilmek için ona var gücümüzle sarılırız. Asla onu bırakmaz, ona da kendimize de ihtiyaç duyduğumuz alanı açmaya izin vermeyiz. İnsanın sevme ve sevilme ihtiyacı hep vardır. Çünkü sevgi yaşamın birleştirici gücüdür. Tabii ki insan sevdiği kişiye bağlanır çünkü sevgide çekim vardır; seven ile sevileni birbirine çeker. Bu çekim de bağlılığı getirir. Ancak eğer bu ifadeleri kullanıyorsak ya da hissediyorsak durup bir bakmamız gerekir. Evet, “Onu çok seviyorum, ona bağlandım ve kopamam” gibi hissediyor olabilirim.  Fakat tam bu noktada “Gerçekten ben ona bağlı mıyım, yoksa bağımlı mıyım?” diye kendimize sormamız gerekir. Çünkü bazen bağımlılık gerçekleştirdiğimiz ilişkilerimizde “çok sevdiğimiz” yanılsamasına kapılabiliriz. Peki, sağlıklı olan hangisi, bunu nasıl ayırt edebiliriz?

Sevgi nesnelerinden biri olan partnerimize duyduğumuz sevgiye ve onun sebep olduğu bağlılığa örnek olarak çok etkileyici bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. Dr. James Coan tarafından gerçekleştirilen bir çalışma tam da birbirini seven iki insanın nasıl bağlanabildiğine örnek gösterilebilir (Levine ve Heller, 2018).  Bu araştırma yakın sosyal ilişkilerin ve daha geniş sosyal ağların duygusal tepkilerimizi nasıl düzenlediğinin mekanizmalarını araştırmakta. Çalışmada evli kadınların beynini incelemek için MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) teknolojisi kullanılmış. Araştırmacılar, kadınların beyin taraması yapılırken stres oluşturması için “birazdan hafif bir elektrik şoku vereceklerini” söylerler. Normalde stres altında hipotalamus harekete geçer ve beyin stresle başa çıkabilmek için daha fazla çalışmaya başlar. Elektrik şokunun gelmesini yalnız bekleyen kadınlarla yapılan deneyde tam olarak bu gerçekleşir. Yani hipotalamus harekete geçer.  Ardından beklerken bir yabancının elini tutan kadınları test ederler. Bu ölçümde hipotalamusta bir şekilde hareket daha az olur. Kadının tuttuğu el kocasının eli olduğunda ise sonuç oldukça etkileyicidir. Beyindeki hareketin düşüşü oldukça fazla gözlenir, stresleri neredeyse tespit edilememiştir. Yani bizler yakın ilişkide bulunduğumuz kişinin stresini etkileyebiliyoruz. Yapılan birçok araştırmada benzer sonuçlar bulunmuş; partnerimiz tansiyonumuzu, nabzımızı, solunumumuzu ve kanımızdaki hormon seviyesini düzenleyebiliyor (Levine ve Heller, 2018). Yani öyle bir bağ gerçekleşiyor ki tüm bu etkilere sebep olabiliyor. Aslında sevdiğimiz kişiye elbette bağlanacağız ancak bağımlılığa dönüşmemiş olmasından emin olmamız gerekiyor. Bizler çok sevdiğimiz için onsuz yaşayamayacağımızı düşünüyor olabiliriz.  Oysa bağımlılıktan bahsettiğimizde asıl mesele sevgi değil, aksine sevgisizliktir. Çünkü bağımlılığın asıl kaynağı sevgisizliktir. Bu yüzden yukarıdaki cümleleri sarf eden bireyler sevgide bağımlılık gerçekleştiren kişilerdir. Çocukluktan ihtiyacı olan sevgi, şefkat, empati, ilgi ve gerekli bakım görme gibi fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarının karşılanmaması sonucu içlerinde öyle bir boşlukla büyürler ki bu boşlukla hep arayış içinde olurlar. İlişkilerinde kendilerini pasif bırakıp kontrolü karşı tarafa verirler. Her zaman her an ilgi beklerler, sürekli anlaşılmak isteyip problemlerinin çözülmesini beklerler. Hayatta kalabilmek ve o boşluğu doldurmak için nerede ne olursa olsun ilgi, sevgi ve güven elde etmek için çabalama halindedirler. Bulduklarında ise saplantılı şekilde hırs barındıran duygularla yapışırlar. Özgürleştirmek yerine kısıtlamaya, köleleştirmeye çalışırlar. Asla yetmez hep daha fazlası gerekir. O boşluk sürekli yan yana bile olsalar, dolmaz. Bu sevginin sonucunda da ilişkileri hep hüsranla biter. Ve bu tür sevgi bağımlılığı gerçekleştiren bireyler, partneri ile birlikte olmadığı zaman yaşayamayacaklarını düşünürler çünkü kendi varlıklarını partnerlerinin varlığında bulurlar. İçlerindeki sevgi de benmerkezcidir, acı ve boşluk doldurmak içindir. Almak derdindedirler, vermeyi umursamazlar. Adeta yaşamak için severler.

Oysa sağlıklı sevgi öyle değildir. Kişi sevilmeye değerdir. Sevmenin kendisini sever. Sevmek ve yaşayabilmek için bir başkasının varlığında kaybolmazlar. Bu sevginin içinde ilgi, empati, saygı vardır. Ve saygının olduğu yerde özgürlük vardır. Ümit ve hüsnüzan vardır. Sağlıklı sevgide bireysellik vardır; böylece kendi varlığınızı hissedersiniz. Siz yok olmazsınız. Sevgi hem niyet hem eylem barındırır.  Dahası farkındalık vardır; kendi duygularınızı fark eder, sevdiğinizin hislerinin ve kendi hislerinizin ölçüsünün bilincine varırsınız. Fromm (2005), sevgi için  “Sevgi, İki insanın birbirlerine varlıklarının özünden bağlanması, her birinin kendisini varlığının özünde yaşamasıyla mümkün olabilir. İşte yalnız bu ‘özünü yaşama’ insan gerçekliğidir, yaşam yalnız burada, sevginin temeli de yalnız buradadır.” der. Varlığımızın özünde yaşarken,  bağlanabilmek için bu dengeyi kurabildiğimizde sevgi diye inandığımız bağımlılığa kapılmadan sağlıklı olan sevgiyi yaşamış oluruz.

Sevgi nesnelerinden bir diğeri ise içinde en saf sevgiyi barından evlat sevgisidir. Peki, evlat sevgisinde bağımlılık gerçekleşebilir mi? Anne evladına bağımlı olabilir mi? Kulağa garip geliyor ancak, evet! İlişkilerinde bağımlı sevgi olabilir ve bunu hiç fark etmeyebilirler. Ve çok sevdiği için böyle olduklarından övünebilirler. Hatta “Çocuğum bana çok düşkün, bensiz asla yan odada dahi duramaz, babasının yanında bile beni arar. Teyzesini çok sever ama benden ayrı gidemez. Biz birbirimizi çok seviyoruz!” dediklerini duyabiliriz. Aslında burada bağlanmakla bağımlılık karışmıştır. Annenin de içinde çocukluktan getirdiği bir boşluk, bir yara olabilir ya da eşinden alması gereken sevgi ve ilgi ihtiyacını karşılayamamış bu yüzden odağını kendi çocuğuna yoğunlaştırmıştır. Varı yoğu evladıdır. Burada çocuk mu anneden ayrı bir şey yapamaz yoksa özünde anne mi çocuğunu bırakamaz? Anne korkar, telaşlanır. Evladının başına bir şey gelme ihtimaline binaen asla bırakamaz, onun adına düşünür ve onun adına karar verir. Çocuk büyür, okul hayatına, üniversite seçimine hatta eş seçimine kadar kendisi karar veremez. Ve kendini bağımlılık kurduğu ilişkilerde bulur. Kendini hep yalnız ve yetersiz hisseder. Çünkü öyle hissettirilmiştir, annesinden öyle öğrenmiştir. Her zaman korunup kollanmışken, şimdi kendisi nasıl baş edebilir ki? Dolayısıyla annesiyle güvenli bağlanma gerçekleştiremediği için annesi evladından, evlat da annesinden bir türlü kopamaz. Evliliğinde de karar mercine annesini oturtur. Onlara göre birbirlerini çok seviyorlardır ve birbirlerine danışmadan adım atamıyorlardır. Oysa onlar bağımlı ilişki kurmuşlardır. İşte bu döngü fark edilip kırılana kadar böyle devam eder. 

Yaşamımızın yegâne kaynağı olan sevgiyi tüketmeden, hakkını vererek deneyimleyebilmemiz kendimiz için yapabileceğimiz en kıymetli adımlardan biri olacaktır. Bu adımı atarken Halil Cibran’ın evlilik üzerine söyledikleriyle “sevgiyi” yaşayabilmek umuduyla...

Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız,
Ölümün ak kanatları günlerinizi dağıtana dek birlikte olacaksınız,
Tanrı’nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız,
Ancak bırakın bunca beraberliğin arasında biraz boşluk olsun,
Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda,
Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın,
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi
Birbirinizin kadehini doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin,
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeyin,
Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama birbirinizin yalnız olmasına izin verin,
Nasıl lavtadan dağılan müzik aynıysa, nağmeleri çıkaran teller ayrı olsa da,
Gönlünüzü verin ama saklamak adına değil,
Çünkü ancak Hayat’ın elleridir yüreklerinizi himayesine alacak olan,
Yan yana olun, ama fazla sokulmadan,

Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe, yetişmez birbirinin gölgesinde…

Halil Cibran, Ermiş (1923)

Psikolog  Zeynep BOZBEK TÜRKYILMAZ

Kaynakça

Fromm, E. (2005). Sevme Sanatı. İzmir: İlya Yayınevi.

Levine, A. ve Heller, R. (2018). Bağlanma: Aşkı Bulmanın ve Korumanın Bilimsel Yolları (ss. 30-31) ( E. Güldemler, Çev.). İstanbul: Aganta Kitap.


Yorumlar

  1. Zeynep yazını henüz okudum. Kalemine sağlık.. Öylesine güzel ifade etmişsin ki bağlılık, bağımlılık ve sevgiyi.. Çoğu satırda adeta kendimi buldum desem yeridir. Terapi gibi oldu bana. Meğer ne çok yanlışımız varmış bu alanda.. Diğer yazılarını da sabırsızlıkla bekliyor olucam. Ayrıca satırların Halil Cibran ile sonlanması da çok manidar olmuş. Böylesine güzel satırlarla bizleri buluşturdun. Daim olsun başarıların...

    YanıtlaSil
  2. Zeynep Hanım yazınızı okudum. Allah razı olsun çok güzel ve anlaşılır ifade etmişsiniz...

    YanıtlaSil
  3. Sevginin yanlışı ve doğrusunu tam anlamıyla öğreten bir yazı olmuş, ve bu harika yazıyı bir Halil Cibran şiiriyle taçlandırmanız ayrı bir güzellik katmış:) Emeğinize sağlık hocam.

    YanıtlaSil
  4. Güzel anlatımınız ve duyguları hissettirerek yazdığınız için teşekkürler, kaleminize sağlık:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...