Bir bayram sabahı, güneş doğmamıştı henüz. Sıcak yatağımdan çıkıp banyoya gittim. Güzelce abdestimi aldım, üstümü giyindim. İnsan altmışına da gelse bayram sabahı içi kıpır kıpır etmeden duramıyor. Bayramlık takımımı ütüledim, bir güzel giydim üzerime. Eşim Melda Hanım’ı uyandırmaya çalıştım fakat uyumak istediğini söyledi. Yavaşça çıktım evden. Beş yıl öncesine kadar, her bayram benden önce kalkar, kahvaltımı hazırlardı. Her daim yakama bir çiçek yerleştirir, yanağıma bir öpücük kondurur öyle gönderirdi namaza. Eve döndüğümde ise daha büyük bir kahvaltı sofrası hazırlamış olurdu, her sene usanmadan “Bugün bayram, miden de nasiplensin!” şakasını yapardı. Onu böyle görmek ne de çok üzüyor beni. Çok neşeli bir kadındır eşim. Üç çocuğumuzu sevgi dolu bir evde büyüttük. İkimiz eş olmaktan önce çok iyi iki arkadaşızdır. Hala da öyleyiz ama şu son yıllarda çocuklarımızın yuvadan uçmasını kaldıramaz oldu. Onları çok özlüyor. Sadece bayramlarda ya da yazları bir hafta görmek ona yetmiyor. Genellikle bayram kahvaltılarına da yetişemezler zaten. O sofrada tek başına oturmaktan nefret ediyor bu yüzden. Yolda illaki manzaralı bir tesiste dururlar, kahvaltılarını yapar akşama yorgun argın anca bize varırlar. Biraz dinlensinler derken ikinci gün sabaha anca görürüz birbirimizi. Torunlar kasabada dolaşır o gün. Melda Hanım biraz hasret giderir çocuklarla. Akşam torunlarını birkaç saat görürse ne ala! Üçüncü gün yola koyulur giderler evlerine. Evimiz yine sessiz, sedasız kalır. Anlıyorum aslında onu ama yine de “Ben hala yanındayım!” demek istiyorum bazen. Sanki ben onun için hiçbir şey ifade etmiyormuşum gibi geliyor. Belki de yaşlandım daha duygusal olmaya başladım. Bilemiyorum, onun gözlerinin eskisi gibi parlamasını istiyorum sadece.
Kapının kilidini açıp yavaşça eve girdim. Mutfaktan sesler geliyordu. Bir de ne göreyim? Melda Hanım kahvaltı hazırlamaya başlamış. “Hasan Bey hoş geldin. Allah kabul etsin” dedi neşeli bir ses tonuyla. O kadar mutluydum ki cevap veremedim o an. Yüzüne renk, eline koluna kuvvet gelmişti sanki. “Haydi yardım et bana, çocuklar geliyormuş. Sürpriz yapmışlar bize!” dedi. Hemen yardım etmeye başladım. El birliğiyle güzel bir sofra kurduk. Zil çaldı. Sanki iki küçük çocuk gibi kapıya koştuk ikimizde. Gözlerimiz dolu dolu sarıldık, kucaklaştık evlatlarımızla, torunlarımızla. Şen kahkahalarla güzel bir kahvaltı yaptık. Kızımız sofrayı topladı, gelinimiz kahvelerimizi yaptı. Torunlarımız bahçede oyunlar oynadı. Sanki çimenler daha yeşil, koltuklar daha renkli, peynirin tadı daha güzeldi bugün. Olan biteni izledim bütün gün. Evimize can gelmişti sanki. Kaç bayramdır doğru dürüst vakit geçiremediğimizi fark edince çocuklar aralarında konuşmuş, yıllık izinlerini bayram tatiliyle birleştirmeye karar vermişler. Bir hafta çok keyifli vakit geçirdik birlikte. Fakat gitme vakitleri geldi artık. Çocuklar toplanmaya başlayınca Melda Hanım’ın gözlerinin ışığı sönmeye başladı. Arabalarına yerleştirdiler eşyaları. Yeniden gözlerimiz dolu dolu sarıldık, vedalaştık. Arkalarından el salladık gülerek. Onlar gözden kaybolunca Melda Hanım başladı ağlamaya. Yolun ortasında çöktük yere. Rahmetli babamın bir sözü geldi aklıma. Yavaşça eğildim ve eşimin kulağına fısıldadım: “Evladını seveceksin ama yanında kalsın diye kanadını kırmayacaksın, özgürce uçan kuşlar vakti geldiğinde döner yuvasına yeniden.” dedim. Sildi gözünün yaşını baktı gözlerime, sanki unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi: “İyi ki sen varsın!” dedi. Sonra evimize girdik yeniden. O günden sonra yüreğinde özgür bıraktı çocuklarını Melda Hanım. “Gidin! Geri dönmesini de bilin.” dedi. Sevgi, özgür bırakmaktır çünkü. Özgür bıraktığın her şey döner, dolaşır ve bir gün seni bulur yeniden.
Sümeyye Öztürk
Yorumlar
Yorum Gönder