Sevgili okuyucu, yıllardır kalbimizle bağlantılı olduğunu sandığımız aşkın aslında koca bir kimya deneyi olduğunu biliyor muydun? Laboratuvar önlüklerimiz ve gözlüklerimiz hazırsa ellerimizi kirletme vakti! Aslında her şey primitif dönemden başlıyor, temelde sağlıklı üreme ile türün devamını sağlamak adına birliktelikler kuruyoruz. Tam bu noktada “ilk görüş” devreye giriyor, yeni olan her şeye verdiğimiz ilk tepki olan korku -ki bu amigdala tarafından sağlanıyor, aşık olunca amigdala duruyor, ileri seviyede yaşadığımız yenilik korkusuna da neophobia diyoruz- sonrasında tanışma ile sevgiye dönüşüyor. Kişi size yüzünün simetrik olması -bu “sağlıklı gen” alarmı olduğu için üreme adına olumlu dürtü oluşturur- ve kendisi hakkında açık konuşabilmesi -bu güven duygusunu tetikler çünkü tanıdık gelmeye başlar- sebebiyle “ilgi çekici” gelmeye başlar. Cinsiyetler üzerinden gittiğimizde kadınlar için; güçlü, zeki, güvenilir ve dirençli erkekler daha âşık olunasıdır. Bunun temel nedeni beynin bizlere “çocuğuna ve sana bakabilecek biri” fısıldamasıdır. Erkekler için; geniş kalçalar, büyük göğüsler, güven veren ses tonu ve sıcak yaklaşım aşk sinyalleri yaymaktadır. Bunun temelinde “rahat doğum yapabilir, bebeği besleyebilir ve bana evimde hissettirir” düşüncesi yatar.
Peki bu hoşlanma hissi aşka evrimini nasıl sağlıyor? İnsanoğlu doğal olarak huy uyumuna zaaf duyar, beyin kendine benzeyenin peşindedir. Hoşlandığınız kişiyle vakit geçirdikçe ve huy uyumu (homogami) gözlemledikçe beyniniz ona karşı aşk beslemeye başlar. Öteki taraftan doku uyumu yani cilt kokusu ve fiziksel benzerlik gibi durumlarda beyniniz size “akraba olabilirsiniz” uyarısında bulunduğu için partnerinizin fiziksel anlamda zıttınız olmasını tercih edersiniz, bu yine sağlıklı çiftleşme ve geni korumak adına beynin aldığı bir önlemdir. Erkekler testosteron hormonunun bolluğu nedeniyle kadınlardan daha hızlı ve kolay âşık olurlar, sporcuların gelişim süreçlerinde testosteron alması sonucunda âşık olmaya daha meyilli oldukları gözlemlenmiştir.
Peki ya âşık olduktan sonra beynimizde ve bedenimizde neler olur? Aşk temelde bir tür obsesyondur; Frontal Lob, Basal Ganglia ve Thalamus devamlı olarak sevdiğiniz kişinin ismini işleyebilir hale gelir. FMR’ın icadıyla İngiltere’de 17 çiftle yapılan bir deneyde kişilere sevgililerin fotoğrafları gösteriliyor. Bunun sonucunda emosyonel beyin parçası ışıldıyor ve beynin ödül merkezi -cortex, cortex altı, ara bağlantılar, medial insular, cingulate cortex ve corpus striatum- harekete geçiyor. Aynı bölgenin sebep olduğu haz ve mutluluk -efori hissi- eroin ve kokain gibi bağımlılık yapıcı maddeler sayesinde de elde edilebiliyor. Romantik aşk dediğimiz yoğun aşk döneminde kişilerin serotonerjik nörotransmisyon düşüşü yaşadığını yani serotonin nörotransmitterlerinin kandaki değerlerinin düştüğünü gözlemleyebiliyoruz; bu düşüş klinik seviyede obsesif kompulsif bozukluğa sahip kişilerde ve annelerde de karşımıza çıkıyor. Aşıkların annelerden farkı hipotalamusun salgıladığı dopamin ve norepinephrine seviyesinden kaynaklanıyor, bu iki hormon kişinin mutluluk ve cinsel hazzı aynı anda hissetmesini sağlar. Romantik aşk yaşayanlar buna ek olarak yüksek düzeyde oksitosin ve vazopressin de salgılamaktadırlar. Normal şartlarda iç organların etrafındaki kasların kasılması görevini üstlenen oksitosin ve böbrek suyunu kana geri dönüştürme görevini üstlenen vazopressin bir araya geldiğinde “sarılma hormonu” dediğimiz hormona dönüşür. Bu aşıkların birbirleriyle sürekli fiziksel temasta olmalarını desteklemektedir. Aşkın bu denli yoğun olduğu dönemde prefrontal şebekenin alt tarafındaki sosyal beyin bilişsel işlev kısmı (arka singular korteks) yani zihin teorisi (cognitive işlev) devre dışı kalır. Bu nedenle âşık olduğumuz kişinin kusurlarına ve hatalarına kör hale geliriz. Aşkın en yoğun olduğu dönem ilk iki yıldır, bu dönemde stres hormonları salgılanmaya devam eder. “Midemde kelebekler uçuşuyor!” dediğimiz o dönem kısıtlıdır. Temelde bu midedeki kelebek hissi limbik sistemin işlem sırasında sempatik sistemi kullanmasından kaynaklanır, bu sistem midenizin arkasına (celiac plexus) yani pankreas arkasına iner ve midenizdeki hissi tetikler. Stres hormonu dediğimiz şey kortizoldür, kadınlar kortizole ek olarak testosteron hormonu (böbrek üstü bezlerden) da salgılar. 2 yılın sonunda beden kendini üremek için hazırlar ve stres hormonunu ortadan kaldırır, böylece potansiyel anne ve babanın bir çocuk yetiştirebilmek adına o kör edici yoğun aşktan “olgun aşk” sürecine geçişleri sağlanır. Olgun aşk, romantik aşktan farklıdır. Oksitosin ve vazopressin hormonları yüksek seviyede salgılanmaya devam eder ancak stres hormonları ve cinsel çekimin seviyesi düşer; karşındaki kişinin kusurlarını görmeye ve zihin teorisini çalıştırmaya başlarız.
Peki insanlar hayatlarının sonuna kadar yalnızca bir kişiye bağlı kalabilir mi? İşin garip kısmı şu ki memelilerin yalnızca %3’ü monogam, yani tek eşlidir. Hayatlarının sonuna kadar tek eşli yaşayabilir veya sırayla tek eşli olabilirler. Monogami kişilerin dahi arada “kaçamak” ilişkiler yaşayabilme ihtimali olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Bu konuda yapılan bir araştırmada monogami olan tarla fareleri ve poligami yani çok eşli olan dağ farelerinin beyni karşılaştırılıyor. Tarla farelerinde bulunan oksitosin ve vazopressin sayesinde farelerin eşlerine ölümüne sadık olduğu gözlemlenirken dağ faresinde oksitosin ve vazopressin bulunamıyor. Akıllarda yanıp sönen o malum soruyu görür gibiyim: “Oksitosin ve vazopressin takviyesiyle sevgilimi/eşimi kendime bağlı hale getirebilir miyim?” Bir akıllı biz olmadığımız için bunu da araştırmışlar, aynı deneyde tarla farelerinin oksitosin ve vazopressin hormonlarını bloke ettiklerinde poligami olduğunu gözlemlemişler fakat dağ farelerinin beyinlerinde oksitosin ve vazopressin hormonları için reseptör olmadığı için monogami olamayacakları gözlemlenmiş. Yani hayır, ahlaki veya etik anlamda sizi aldatmakta sorun görmeyen insanları maalesef bilimle toplayamıyoruz. Ki insan beyninin birden çok kişiye aynı anda âşık olabileceği gerçeği önümüzde duruyor. E peki âşık olunan kişiyle aramızdaki bağı nasıl koruyacağız? Kâhin değilim ama bilim biliyor gibiyim! Öncelikle özlem aşkı destekliyor, beyin devamlı sahip olamadığı şeyin peşindedir. İkinci olarak ortak paydalar, en başta da bahsettiğimiz gibi homogami dürtüsü nedeniyle benzerimize âşık olmak çok doğal. Ve son olarak hedoni, yani temeldeki haz durumu. Hedoni beklenmedik anda haz aldığımız şeylerden doğabilir, mesela özel bir günde aldığınız hediye zaten beklendiği için yeterli heyecanla karşılanmaz fakat rastgele bir günde yaptığınız sürpriz partnerinize büyük bir hedoni hissettirebilir. Orgazm dediğimiz üstün hedoni de aniden gelen düşünme duraklamasından kaynaklanır, olay anından sonra “Ne oldu şimdi?” düşüncesi kişinin düşünce dünyasının şalterlerini kapatıp açtığı için değerlidir. Sonuç olarak tonla masala, filme, şarkıya ve şiire konu olan aşk aslında beynimizin ve bedenimizin iş birliği ile bize oynadığı bir oyun. Aslında bir parça çikolata, en iyi dostunuz, çocuğunuz veya hoş bir manzara da sevgilini gördüğünüz zaman uyarılan accumbens’i uyarıyor. Belki de aşk zencefilli kurabiye ve süttür? Aşk ne olursa olsun sevdiğiniz kadar sevildiğiniz ve bu duyguyu iliklerinize kadar yaşadığınız bir ömür diliyorum. Tüm yazı Öget Öktem ve Oytun Erbaş’ın eğitimlerinden elde ettiğim bilgilerle yazıldığı için yazılı bir kaynak bulunmuyor, daha fazla bilgi için hocalarımızın eğitimlerini takip etmenizi öneriyorum. Nazım Hikmet’in “Seviyorum seni, yaşıyoruz çok şükür der gibi.” sözüyle huzurunuzdan çekiliyor ve bir şarkı önerisi bırakıyorum. Sevgilerimle.
Land Of Gold – Alev Lenz
Elif Nisa BAŞ
Yorumlar
Yorum Gönder