Hayatımız boyunca beklemediğimiz birtakım olaylara, sınırlarımızı zorlayacak şekilde maruz kalırız. Bu yaşantılar; fiziksel, duygusal ve davranışsal bütünlüğümüzü tehdit eder. Kimi zaman bir boşluk sıkışmışlık hissiyle, kimi zaman öfke, utanç ve suçluluk duyguları ile kendini gösterir. Bazen bir defaya mahsustur bazen uzun soluklu, süreğen haldedir travmalarımız. Bizi derinden sarsan bu olaylardan kurtulsak dahi hafızamızın karanlık bir köşesinde yer edinen hatta bazen pusuya yatan bu acı anıları ziyaret etmek bize ıstırap verir. Kaçmak, kaçmak ve saklanmak isteriz. Ama nereye gidersek gidelim bedenimizde, ruhumuzda yahut düşüncelerimizde izler bırakır.
Peki hayatımız boyunca dehşet, kaygı, çaresizlik ve korku gibi yoğun duygularla acı duyarak bazen neye yas tuttuğumuzu bile bilmeden yas tutarak yaşamak mümkün müdür? Elbette değildir. Bunlarla yaşamak fiziksel ve duygusal acıları gittikçe arttıracak ve derinleştirecektir. Travmalarımızın sonuçları kimi zaman bilincimiz ve isteğimiz dışındadır. Dolayısıyla gördüğümüz zararın farkında bile olmayabiliriz. İşte bu noktada yani içimizde, ruhumuzda tarif edebildiğimiz ya da edemediğimiz bir huzursuzluk, acı ya da bir boşluk fark ettiğimizde kendimiz için adım atmalı, kaçmak yerine durup bir nefes almalı, buna cesaret göstermeyi bilmeliyiz. Mowrer’in de dediği gibi, umutlu olmanın tersi korkmaktır. İşte o ufacık dahi olsa gösterdiğimiz cesaret umudun filizlenip karanlık topraktan çıkma çabasıdır.
Ne der Cahit Zarifoğlu; “Umudumuz, acımızdan büyük olmalı.” Çünkü umut sayesinde başkalarıyla daha güçlü bağlar kurarız. Acımız, travmamız, yalnızlığımız, korkularımız, yasımız ne kadar büyük olursa olsun eğer umudumuz daha büyükse işte o zaman tutunuruz. Bazen bir çiçeğe, bazen karşımızdaki insana, bazen de hayal ettiğimiz, bize ait dünyalara…
Biz insanlar umudu başkalarından ödünç alabiliriz. Yani karşımızdaki insanın bizim için beslediği umudu benimseyebiliriz. Yadsınamayan gücüyle umut dalgalar halinde yayılan bulaşıcı bir şeydir. Karanlık tüneli aydınlatan bir el feneridir. İşte bu yüzden psikiyatristlere, psikologlara ve psikolojik danışmanlara elzem bir görev düşmektedir. Mühim olan hastalığın, sorunun ne olduğunu anlamak değil, insanı anlamaktır. Anlayarak umut aşılamak ve o umudu beraber büyütebilmektir. Çünkü umutlu olmak, mutlu olmaktır. Korkuların, acıların yerine koyulan umut bir hayat duruşudur.
Yaşantılarımız süresince yaşadığımız birçok travma yaratan olaylar sebebiyle bazen geri dönüşler yaşarız. Kabuslar görürüz ve hayatımızı zorlaştıran negatif düşüncelerin arasında kalırız. Yaşanılan bu durumlar elbette kişisel bir zayıflıktan kaynaklanmaz. Bir çeşit savunmadır. Biyolojik mekanizmaların bozulmasındandır. Bu durumu tedavi etmek, yaşanılan bu olumsuzluklardan kurtulmak bir zaman ve süreç işidir. Tam kurtulduk dediğimiz anlarda yaşadığımız düşüşler ile dolu bu süreçte içimizden yükselen o olumsuz sesi bastırabilecek ve bir nevi düştüğümüz o yerden bizi kaldıracak olan umuttur.
Umut; “Ben bunu yapabilirim, beni bu yapacağım şeyden alıkoyamazlar, ben başarabilirim” demektir. Hayata, geleceğe hatta bugüne pozitif bir bakıştır. Tam anlamıyla bizi travmanın kafesinden çıkartacak olan umudun inadı ve gücüdür. Umudun arttığı her an, aslında travmayı atlatma sürecindeki gücümüzü de paralel olarak arttıracaktır.
Şimdi şöyle düşünelim travma dediğimiz bizim içimizdeki, aklımızdaki bir sis bulutudur. Bireyin geçmişte ya da o an yaşadığı acı veren olaylar, o olaylara ve anılara yaptığı ziyaretler o sis bulutunu büyütür, büyütür ve daha derin bir karanlık haline getirir. Birey bu karanlık ve onun kapladığı o kocaman boşluk yüzünden her geçen gün daha da kendi içine kapanmış, zayıf, sürekli üzgün ya da öfkeli, amaçsız biri haline dönüşür. Çaresiz hisseder, korkar, bazen sürekli diken üstünde olur, bazen de hayatının bir düzeni kalmaz. Büyüyen bu karanlık artık sürekli içindedir. Peşini de bırakmaz, onu terk etmez. İşte burada devreye umut girer. Umut; her ne olursa olsun, birey ne zorluklarla karşılaşırsa karşılaşsın yılmadan baştan başlamaya dair güç verir. Yaşananların şiddeti ne olursa olsun o karanlığın karşısında dimdik durur. Bireyin kalbi kırık da olsa, düşmüş de olsa, büyük bir yas da tutuyor olsa kalkıp her sabah çiçeğini suluyor olması işte o umudun sayesindedir. Yani umut travmanın karşısına dikilen cesur bir kahramandır. Umut; karanlığı ve o sis bulutunu birden ve kökten kaldıramaz. Lakin onunla savaşır. Bireyin her şeye rağmen gösterdiği çabanın dayanağıdır. Zaman geçer, süreç işler. Birey bir sabah uyandığında artık çiçek sulamaktan daha fazlasını yapmak istiyor hale gelmiştir. Evet derin karanlık, sis bulutu, bunların kapladığı boşluk hala vardır. Ancak umut ettiğimiz şeylerden, olumsuz ne varsa onlarla başa çıkma isteğinden daha güçlü ve büyük değildir. Sis bulutu dağılmaya başlamış, karanlık küçülmeye durmuş ve boşluk yavaş yavaş tanımlanır, az yer kaplar hale gelmeye başlamıştır. Aslında umut; karanlığı aydınlatmaya çalışan ışıktır.
Uygun müdahaleyi gerçekleştiren uzman -ki travmaların uzman desteği olmadan atlatılması hayli güç ve yorucudur- umut aşılamayı, travmayı atlatmaya çalışan bireyin kendisi de umut etmeyi asla ihmal etmemelidir. Bireyin iç dünyasının anahtarı işte budur. Aksi durumda yani umutsuz, isteksiz çıkılan bir yolda ne yaparsak yapalım ne kadar emek verirsek verelim zaten yenilgiyi baştan kabul etmiş olacağımız için kurtulmak ve başarılı olmak çok zordur.
Anlayacağımız o ki nasıl bir kırlangıç baharı müjdeliyorsa, travmayı atlatma sürecinin başında sahip olduğumuz umut da güzel günlerin, karanlığın kavuşacağı aydınlığın, olumsuz ve acı veren tüm duygu ve düşüncelerin bizim üzerimizdeki etkilerinin azalacağının müjdesidir.
Yağmur Çilenger
Dogru tespitler.. başarılı bir yazi olmus devamını ve daha fazlasini bekliyoruz. 👏
YanıtlaSilEllerinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş 👏👏
YanıtlaSilÇok güzel
YanıtlaSilDevamını bekliyoruz
YanıtlaSilHARİKA
YanıtlaSil