Evlilik, geniş kapsamlı bir kavram olup birçok kuramcı ve araştırmacı tarafından farklı yönleriyle tanımlanmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır.Evlilik, insanlık tarihi bağlamında değerlendirildiğinde; kural ve ilkelerle düzenlenmiş, yeni ve farklı bir yapı olması sebebiyle insanlık tarihinde önemli bir konumda olduğu görülmüştür. Bu bağlamda evlilik ve temeli evlilik ilişkisine dayanan aile kurumu çeşitli grup, kavim ve topluluklarda temel yapı olarak görülmüştür.
Kültürlerde ve topluluklarda farklı şekillerde kendisini gösteren bir kurum olması ile birlikte, kadın ve erkeğin bir araya gelerek ilişkilerini yasa ve kurallarla güvence altına aldığı, aynı zamanda haklarının yasalar tarafından korunduğu bir sistemdir. Evliliğin hukuki boyutunun yanında kişinin biyolojik, psikolojik, ruhsal, cinsel ve aşkınsal gibi birtakım çeşitli yönlerini de barındıran bir sistem bütünüdür. Kadın ve erkeğin bu sistemindeki bağı kuvvetlendirerek, çocukla birlikte bir aile kurumunu sağlıklı yürütebilmesi için insan canlısının bu tür gereksinimlerinin karşılanması gerekmektedir. Eşler duygusal, fiziksel, biyolojik ve cinsel gereksinimlerini karşılıklı sevgi ve saygıyla karşıladıkları nitelikte, evlilik ilişkisinden alınan doyumu ve evlilikteki uyumu arttırdıkları çeşitli araştırmalar sonucunda doğrulanmıştır.
Ailenin bu işlevine karşın, neslin devamını sağlamak, üremek, cinsel doyum sağlamak, duygusal bağ kurarak ekonomik paylaşım sağlamak gibi ihtiyaçları, diğer topluluklarda benzerlik gösteren gereksinimlerdir. Gerek kişinin temel psikolojik gereksinimlerinin karşılanması ihtiyacıyla, gerekse hayatını idame ettirmek için sosyal bir varlık olması özelliğiyle bireyin yasa ve sözleşmeler yoluyla başlattığı bu ilişki sistemi, aynı zamanda insanın biyolojik, psikolojik, sosyal, ekonomik, cinsel ve duygusal yönlerini taşır. Dolayısıyla insan, psikososyal gelişimiyle birlikte, genç yetişkinlik dönemindeki bekarlık rolünden, evlilik rolüne geçerek aile sistemine dahil olur.
Modern çağın aileye bakışı ise kadın ve erkeğin rollerindeki değişim, beklentilerin farklılaşarak yükselmesi, iş hayatındaki yoğun tempo ve stres altında yaşamak gibi birtakım faktörlerle birlikte, kişinin gerek kendi psikolojisini gerekse sosyal ve ilişkisel yönünde değişimlere sebebiyet vermiştir. Oppenheimer (1988)’a göre evlilik zamanı, cinsiyet rollerinin farklılaşıp farklılaşmamasına ya da kadının iş hayatında olup olmamasına göre değişiklik göstermektedir. Eş seçimini zorlaştıran ve kolaylaştıran çeşitli etmenler vardır. Bu etmenler, bireylerin evlilik zamanını belirlemede kilit noktalar olabilmektedir.
Farklı bakış açıları ve araştırmalar sonucunda yıllar içerisinde eş seçimi ile ilgili kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramlardan ilki, Darwin’in cinsel seçilim kavramından hareketle oluşturulmuş evrimsel kuramdır. Cinsel seçilim kuramına göre, kişi eş seçimini ve evlilik kararını üretkenliği (cinselliği) üzerinden tanımlamaktadır. Bu bağlamda eş adayının fiziksel özelliği ve çekiciliği ile birlikte sağlık durumu, yaşı, üretkenliğin önemli göstergeleridir Bu kurama göre, kadınların üretkenlik değeri ve verimliliği yaş, sağlık ve fiziksel özellikleri ile ilişkili iken, erkeklerin üreme kapasiteleri yaştan ziyade çocuğuna bakabileceği eğitim düzeyi, statü ve ekonomik gelirle ilişkilidir. Kuram sonucunda da, kadınların eş seçiminde eğitim seviyesine ve sosyoekonomik düzeye göre değerlendirme yaptıklarını, erkeklerin ise daha çok fiziksel çekicilikle birlikte özellikleri dikkate aldıkları varsayılmıştır. Kadın ve erkeğin evlilik ve eş seçiminde farklılık göstermesinin diğer bir sebebi, toplumun cinsiyet üzerinde belirleyici rol oynamasından kaynaklanmaktadır. Sosyal rol kuramına göre her iki cinsiyet evlilik, çocuk bakımı, iş ve aile rollerinde farklı sorumlulukları üstlenebilmektedir. Örneğin, toplumsal olarak kadın çocuk bakımı ve yetiştirilişinde, ev işlerini üstlenmede daha aktif bir rol oynarken erkekler statü sahibi olarak aileye sağladığı ekonomik gelirle ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla sosyal kurama göre davranışlarımızı belirleyici kılan, evrimsel ve biyolojik kalıtımdan ziyade, toplumsal öğrenmenin davranışı yapılandırdığı yönünde olmuştur. Eş seçiminde kısa vadeli seçimlerden ziyade uzun vadeli süreçlerde kadın ve erkekler arasındaki benzerlik, evlilik uyumunu etkileyen bir durumdur. Benzerlik kuramına göre eş seçiminde değerlerin uyuşması, sınıfsal ve ırksal benzerliğin olması, din ve kültürel değerlerin örtüşmesi kişiler arası çekimi etkileyen özellikler olmuştur.
Evlenmemiş bireylerin eş seçim ile ilgili yaşadıkları muhtemel baskıların yanında kendilerine, aradıkları eşe ya da ilişkiye karşı olan mükemmeliyetçi tutumları da eş seçim tercihlerinde etkili olabilmektedir. Bilindiği üzere mükemmeliyetçilik, kusursuzluk için çaba gösterme, kendine son derece yüksek standartlar belirleme ve kendini aşırı eleştirel biçimde değerlendirme olarak tanımlanmaktadır (Habke, Hewitt ve Flett, 1990; Frost, Marten, Lahart, ve Rosenblate, 1990). Mükemmeliyetçilik tüm hayat alanlarında olduğu gibi romantik ilişkilerde de kendini göstermektedir (Stoeber, 2012). Bu konuda Larson (1992)’un evliliğe yönelik gerçek olduğuna dair bir kanıt olmamasına rağmen, yaygın olarak kabul edilen inanç olarak tanımladığı evlilik mitlerinden mükemmel eş, mükemmel ben ve mükemmel ilişki mitleri, bireylerin eş seçerken yakın ilişkiye olan doyumunu azaltırken, kişinin bu tarz sorgulamaları çokça yaptığından ötürü kişinin yanlış kararlar vermesine yol açmaktadır (Larson, 2000’den akt. Güngör, Yılmaz ve Çelik, 2011).
Dolayısıyla kişi eş seçiminde, gerek cinsel, biyolojik ve psikolojik gereksinimleriyle gerekse sosyal, toplumsal algı ve sorumluluklarıyla değerlendirmelerde bulunarak, modern ve tüketim ekonomisinin ve tüketim toplumun bir üyesi olarak kararlarını çeşitli parametreler içerisinde vermektedir.
FATMA YILDIZ
KAYNAKÇA
1- Ekşi, H., Özgen, G., Kardaş, S. (2017). Finans Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Dergisi,2.
Yorumlar
Yorum Gönder