Ana içeriğe atla

Bağlanmaktan Kaçış

Bağlanmaktan Kaçış/ Yalnızlık Paradoksu
Bu yazı ilişkiye başlamakta zorlananlar ya da ilişki istemiyorum canım ya böyle iyiyiz diyenlere maruz kalanlar için olacak.

Yalnızlık Paradoksu Nedir?
Yalnızlık paradoksu ya da yalnız kalma paradoksu dediğim şey, aslında yalnız kalmayı isterken, aynı zamanda da istemeyişimizi ifade ediyor. Hem istiyoruz hem istemiyoruz ve her ikisinde de son derece samimiyiz. Nasıl oluyor peki bu? Şöyle, bazılarımız yalnız kalmak istiyoruz çünkü yalnız kalmamayı seçtiğimizde bu seçimimizle birlikte gelecek olanlardan epey korkuyoruz. 
Aynı zamanda yalnız kalmak istemiyoruz, çünkü inkar ederek yok edemeyeceğimiz temel duygusal ihtiyaçlara sahibiz: Sevgi, güven, bağlılık, ait olma, kabul, anlayış, değerlilik, yeterlilik... 
Bu ihtiyaçları inkar ederek, görmezden gelerek, bütünleşmenin dolayısıyla kendimizi gerçekleştirmenin önüne geçiyoruz, iç dünyamızda –ve böylece dış dünyada da- tam doyum alamıyoruz, içimizde bazı bölümlere ulaşamıyoruz, sorduğumuz sorulara cevap bulmakta zorlanıyoruz ve doğal olarak eninde sonunda sıkışıyoruz. 

Neden Korkuyoruz?
Bu sıkışıklığın ardında ise aslında bağlanma korkusu yatıyor. Korkuyu çok güçlendirdiğimizde ilişkilere yanaşamaz hale geliyoruz. Korkuyu nasıl güçlendiriyoruz? Kaçarak! Biz kaçtıkça ve yüzleşmeyi reddettikçe beyin alarm modunda kalmaya devam ediyor. Daha da kötüsü her geçen gün bağlanmayı daha büyük bir tehdit olarak algılıyor. Bu da daha çok korku ve daha ağır defansif davranışlar anlamına geliyor. En kötüsü burada geliyor, korkuyu ne kadar büyütürsek çözüm de o kadar büyük bir mesele haline geliyor. O kadar büyük ki, bulunması ve içinden çıkılması imkansız sanki!

*Defansif davranışlar: İlişkileri, bağlılığı kötülemek. Birden fazla kişiyle aynı anda flört etmek. Rastgele, kontrolsüz cinsellik odaklı ilişkiler kurmak. İlişkilerin zorlayıcı taraflarına fazlaca odaklanmak ya da ilişkileri olduğundan daha olumsuz bir çerçeve içerisine yerleştirmeye çalışmak. 
Ben zaten ilişki insanı değilim deyip çaresizlik hissine teslim olmak. Çok da etkilenmeyeceğin kişilerle ilişki kurmak. Alkol, uyuşturucu kullanmak ve risk içeren davranışlarda bulunmak.

Neden Böyle Oldu?
Aslında bunu bir ıssız adama ya da kadına sorsanız size geçmiş ilişkilerinden birinde yaşadığı hayal kırıklığını anlatacaktır. Sanki sebebi oymuş gibi. Oysa temeli daha derinlere daha eskilere dayanıyordur. Çünkü sağlıklı bir temele sahip olduğumuzda yaşadığımız olumsuz deneyimin o ilişkiye özgü olduğunu biliriz. Doğal olarak gelecek ilişkimizde biraz temkinli olsak bile ilişkilerden kaçacak kadar korkmamız gerekmez. Bu korkunun temeli iki dala ayrılabilir;
a.                  Ebeveynlerle İlişkin
Bağlanma korkusunun temelinde anne, baba ya da her ikisi ile kurulmuş disfonksiyonel yani bize çok iyi gelmeyecek bir ilişki biçimi yatar. İhmal edilmiş olabilirsin, aşırı korunmuş, kırılgan yetişmiş olabilirsin, kabul görmemiş olabilirsin, koşullu sevilmiş olabilirsin, tutarsız-güvensiz sevilmiş olabilirsin ya da ebeveyn çatışmasına şahit olarak büyümüş olabilirsin.
  1. Kendinle İlişkin
Kendini sevmemek, olduğun gibi kabul etmemek özgüvenini etkiler. Belki sevilmeyi hak etmediğini, ilişki yürütmeyi becerebilecek kapasiteye sahip olmadığını düşünürsün. Bunu düşündükçe de gerçekten zor ilişkiler yaşar ve “al işte olmuyor” dersin. Eğer sen kendini sevmezsen, kendine güvenmezsen bir başkasından sevgi almayı düşünemezsin. O zaman sana gerçekten sevgi verenler itici gelirken, sevmeyenler “hah işte benim beklediğim de bu” dedirtir. Kısır döngü devam eder.

Madem İhtiyaçlarımız Var, Yalnızlığın Amacı Ne?
Tabii ki kendimizi korumak. Tekrar yara almaktan, tekrar incinmekten korumak. Tekrar yara alırsak bununla baş edemeyeceğimizi düşünüyoruz çünkü. Halbuki daha önce baş ettiysek, bir sonraki sefere daha bile iyi baş edeceğiz. Acıdan bir şeyler öğreneceğiz. Her ihtimalde kazançlı olacağız.

Peki Senin Bağlanma Kaygın Var Mı? / Bağlanma Kaygısı Olan Biriyle Karşı Karşıya Mısın? 
Bağlanma kaygısı olan birçok kişi bunu adlandıramaz. Hatta bazen ciddi ilişkileri olmadığı için şikayet edebilir, üzgün görünürler. Ama genellikle kendilerini ve arkadaşlarını ilişki istemediklerine, böyle kafalarının çok rahat olduğuna ikna etmeye çalışırlar. Bunun dışında bağlanma korkusu olan kişiler,
  • Çok sık partner değiştirirler
  • Potansiyel partnerinden çok yüksek beklentileri olur
  • İşler iyi gittiğinde uzaklaşmaya başlarlar
  • Çoğu zaman erişilmez yada erişilmesi çok zor partnerlere çekim duyarlar, mesela zaten ilişkisi olan ya da onunla ilgilenmeyen, ya da uzakta olan
  • Çoğu zaman tutarsız davranırlar, bir şey için çok hevesli görünüp daha sonra hiç ilgilenmeyebilirler, randevuları son anda iptal edebilirler

Nasıl İyileşirler?
Öncelikle bağlanma kaygısının farkında ve desteğe açık olması gerekiyor. Temel problemlerin çözümü için bireysel terapi yardım edebilir. Ya da konu hakkında okumak, araştırmak, daha çok bilgi sahibi olmak, başlangıç olarak defansif davranışlardan uzak kalarak yüzleşmeye cesaret etmek çok iyi bir adım olabilir.


Potansiyel Partnerin Bağlanma Kaygısına Sahipse Ne Yapmalısın?
Bağlanma korkusunu yenmenin senin değil, onun kendi sorumluluğu olduğunu kabul etmelisin. Korkularını yenmesini sağlamak senin görevin değil. Belki hazır değil, bu yüzden de yenmek istemiyor. Böyle bir durumda kendine dönmen, neden böyle bir şeyi seçtiğini anlamaya çalışman, kendi otomatik düşüncelerinin, korkularının farkına varmaya çalışman sana daha çok yardım edecek. 

Uzm. Klnk. Psk. Begüm Uğurgel





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...