Ana içeriğe atla

Sosyal Fobi (Toplumsal Kaygı Bozukluğu)


                                                          

                                                                
Sosyal Fobi, 1966’da Marksve Gelder tarafından tanımlanmasına karşın ilk kez Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın 3. baskısında (DSM III) yer almıştır. “Sosyal fobi” kavramı, konuşurken, piyano çalarken veya yazı yazarken başkaları tarafından gözlenme korkusu duyan hastaları tanımlamak için ilk kez 1903’de Janet tarafından kullanılmıştır. (Dilbaz, 1997)
Sosyal fobi, kişinin başkalarınca değerlendirilebileceği bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duyması; aşağılanacağı, utanç duyacağı ya da gülünç bir duruma düşecek biçimde davranacağından korkma durumu olarak tanımlanmıştır. Örnekleri arasında toplumsal etkileşimler ve başkalarının önünde bir eylemi gerçekleştirme (örn.: bir konuşma yapmak) vardır. Kişi, olumsuz olarak değerlendirileceğini düşündüğü bir biçimde davranmaktan ve bunun diğer insanlar tarafından anlaşılacağından (kızarma, terleme, ellerin titremesi) korkar. Bu nedenle kişi topluluk içerisine girmekten kaçınır. Böyle durumlara girmek durumunda kaldığında ise bunaltının öznel ve nesnel belirtileriyle rahatsız olur. Dolayısıyla kişi, bu korkunun ve belirtilerinin topluluk içerisinde herkes tarafından fark edileceğinden korkarak topluluğa girmekten çeşitli bahaneler bularak kaçınır. Kaçınamadığı durumlarda, örneğin bir konuşma yapacaksa günler hatta bazen haftalar öncesinden beklenti bunaltısı baş gösterir. Sorunun en önemli kısmını bu beklenti bunaltısı oluşturabilir. Sık görülen sosyal fobi belirtileri arasında topluluk önünde konuşma, yeme ve içme ya da halka açık tuvaletleri kullanma yer alabilir.
Ülkemizde sosyal fobi tanısına girmese bile, topluluğa girme, toplulukta konuşma, topluluk içinde sosyal bir kaygı hissetmeden davranabilme konularında farklı derecelerde çekingenlik oldukça sık görülen bir durumdur. Bunların bir kısmı klinik düzeyde bir rahatsızlık olarak ele alınmayabilir. Fakat ileri düzeyde endişe ve kaygıya kapılan, böyle durumlardan kaçınan kişilerin hekime başvurmaları da oldukça sık görülmektedir.
Başka bunaltı bozukluklarında olduğu gibi sosyal fobilerde de çeşitli araştırmalar farklı yaygınlık oranları vermektedir. Sosyal fobinin 12 aylık yaygınlığı farklı ülkelerde %0.2- 9.4 arasında değişmektedir. Gençlerde ve kadınlarda daha sık görülür. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Araştırması’na göre sosyal fobi kadınlarda %2.3, erkeklerde %1.1 olarak bulunmuştur. Sosyal fobisi olan hastaların %15-21’inde çökkünlük de görülür. (Öztürk&Uluşahin, 2006, s.349)
Sosyal fobiyi diğer anksiyete bozukluklarından ayıran özelliği ise kişinin başkalarının kendisi hakkında ne düşüneceği üzerinde fazla durmasıdır. Örneğin; sosyal fobisi olan bir kişi yalnız başınayken herhangi bir kaygı hissetmeyebilir. Oysa agorafobili panik bozukluğu olan bir kişi panik nöbeti geçirirken yanında başka kimse yoksa, ölmekten her zamankinden daha çok korkar. (Uluşahin, 2006, s. 350)
Sosyal fobinin psikobiyolojik modeline göre kişinin doğuştan savunma düzeneği yapısal olarak çok güçlü ya da çok zayıf ise, ebeveyn rolü disiplin yönelimli ise, aynı zamanda ebeveyn rolünde iş birliği yönelimi zayıf ya da aşırı ise sosyal fobi gelişebilir. Öğrenme (koşullanma) modelinde ise diğer özgül fobilerde olduğu gibi ya da daha fazla travmatik koşullandırıcı yaşantının sonucu olarak sosyal fobinin gelişebileceği öne sürülmektedir. Doğrudan travmatik koşullanmada sosyal fobikler, fobilerin kaynağını oluşturan yaşantıları belleğe geri çağırabilirler. Gözlemsel koşullanmada ise belirli bir durum veya nesne karşısında bir başkasının korkusunun gözlenmesi korku veya fobi oluşması için yeterli olabilmektedir. Bilişsel modeldeyse sosyal fobinin çekirdeğinde başkaları üzerinde olumlu bir izlenim oluşturma isteğine karşın bunun sağlanabileceği konusunda belirgin bir güvensizlik durumu vardır. Kişi, korkulan sosyal durum ile karşı karşıya kaldığında doğuştan davranış yatkınlıklarının yanı sıra, önceki yaşantı ve deneyimlere ait olumsuz düşüncelerin etkileşimi sonucu mevcut durumla ilgili tehlike algısı oluşturarak bir dizi kabullenmeye girer. Dolayısıyla sosyal fobikler bu tip ortama girdiklerinde kabul görmeyecek ve beceriksiz biçimde davranacakları tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Bu davranışlarının reddedilme ve değer kaybına yol açabileceğine dair tehdit algıladıklarında ise anksiyeteleri tetiklenebilir ve birtakım somatik (yüz kızarması, ellerde titreme, mide bulantısı) ve davranışsal belirtiler meydana gelir. Olumsuz değerlendirileceklerine ilişkin inanışlarına ve düşüncelerine kanıt bulmak için dikkatlerini ve enerjilerini seçici olarak olumsuz durumlara yoğunlaştıran sosyal fobikler, yaşıyor oldukları anksiyete durumunu daha fazla arttırabilirler.
Sosyal fobinin gelişimsel etmenlerine bakıldığında ise çocukluk ve ergenlikte utangaçlık ile sosyal fobinin ilişkisi tam olarak açıklanamamış olmasına karşın her iki bozukluğun temelinde var olan bir veya birden fazla ortak yatkınlık olabilir. Duygusallık, davranışsal ketlenme ve aşırı dikkatlilik gibi kalıtsal olarak geçtiği belirtilen özelliklerin olumsuz sonuçları; aşırı korumacı olmayan bir ailede ve aile bireylerinin duygularını sağlıklı ve rahat bir şekilde ifade ettikleri bir ortamda azaltılabilir.
Fatma YILDIZ

Kaynakça
1.       Dilbaz, Nesrin (1997), Sosyal Fobi, Psikiyatri Dünyası, 1, 18-24.
2.       Öztürk, M. O., & Uluşahin, A. (2006). Ruh sağlığı ve bozuklukları. Nobel Tıp Kitabevleri.


                                                                   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...