Ana içeriğe atla

Merve Tarhan ile Fobiler Üstüne Bir Söyleşi

Merve Tarhan İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olduktan sonra yine aynı okulda tezli yüksek lisansını tamamladı. Psikolojik faktörlerin ekonomik değişkenleri nasıl etkilediğine yönelik interdisipliner çalışması ile Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından ödüle layık görüldü. Daha sonra, “Borderline Kişilik Yapılanmasında EMDR Terapisinin Uygulanması” adlı proje çalışmasını tamamlayarak klinik uzmanlığını aldı. Ardından, University of Hawaii’de tam burslu olarak doktoraya kabul edildi. Doktora süresince yine University of Hawaii’de araştırma görevlisi olarak çalıştı, lisans düzeyinde ders anlattı. Şu anda da yetişkinlerle bireysel psikoterapi seanslarını sürdürmektedir. Aynı zamanda da çeşitli illerde psikoloji atölyeleri yapmakta olan Tarhan bizlerle fobilerle ilgili bilgi ve deneyimlerini paylaştı.

¾     Fobinin tanımı nedir?
Hepimizin korkuları var. Örneğin, bir aslanın büyük bir hızla size doğru koştuğunu düşünün… Korkarsınız. Kaçmak, kendinizi güvenli bir bölgeye almak istersiniz. Sanırım bu durumda korkmamak tuhaf olurdu. Bu durumda korkunun işlevi bizi kendimizi koruyabileceğimiz bir davranışa motive etmek. Fakat bazen de, gerçek bir tehdit olmaksızın böyle hissedebiliriz. Ortada bizi tehlikeye atan bir şey yoktur. Ya da vardır fakat o küçücük riski devasa bir aslan gibi algılarız. İşte burada bu korkunun şiddeti, somut bir temeli olup olmadığı bizim için önemli. Tabii bir de kişinin yaşamını ne kadar etkilediği. Fobilerde bu durumlar şiddetli yaşanıyor, genellikle gelecekteki bir tehdite yönelik ve tabii ki gösterilen tepkiler de daha farklı ve görünür oluyor. 
¾     Meslek hayatınız boyunca daha sık karşılaştığınız bir fobi türü var mı?
Ben ağırlıklı olarak kişilik patolojileriyle çalıştığım için daha çok sosyal ya da ilişkisel kaygılarla karşılaşıyorum. Terk edilme korkusu ya da sosyal kaygılar gibi. 
¾     Fobilerin oluşmasında klasik koşullanmanın yeri nedir?
Fobilerin oluşmasında klasik koşullanmanın önemli bir yeri var. Geçmiş öğrenmelerin de önemli bir etkisi var. Fobilerin oluşmasında klasik koşullamanın yeri olduğu kadar, yön değiştirmiş bilinç dışı çatışmalar da söz konusu olabilir. Buradaki sembolizasyonu çalışabilmek için kişiye özel bir çalışma yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Her fobi, aynı nesneye yönelik olsa bile, herkes için aynı anlamı ifade etmeyebilir. Bu sembolün kişinin hayatındaki, hikayesindeki yerine bakmak gerekiyor.
¾     Fobi maruz kalmadan bizzat gözlem yoluyla öğrenilebilir mi?
Bazen karşılaşmadığımız, ya da maruz kalmadığımız bir korkuyu da öğrenebiliriz. Anne babalar bazen çocuklarına kendi korkularını da aşılarlar. Çocukları düşünün. Genellikle yaşamlarının erken yıllarında kedi ve köpekten korkmazlar ama zamanla bunu öğrenebilirler. Duyarak, görerek. Anlatılanlar yoluyla da aktarılabilir.  Bir bakıyorsun, çocuk hayvanlardan uzak duruyor. Bunu öğrenmiş. Hem de hiç temas olmaksızın. 
¾     Fobi tedavisinde en çok hangi terapi türleri olumlu sonuç veriyor?
Psikodinamik terapi, bilişsel davranışçı terapi ya da EMDR terapisi olumlu sonuç verebilir. Danışana, terapiste, terapi için ayrılabilecek zamana bağlı olarak farklı yöntemler kullanılabilir. Örneğin danışanın uçak fobisi var, üç hafta sonra bir uçağa binmesi ve şehir değiştirmesi gerekiyorsa zaman kısıtlı, hızlı ve çabuk bir çözüm gerekiyor. Burada bir psikodinamik çalışma yapmak söz konusu olmayabilir. Bu durumda hızlıca EMDR ile uçak fobisini çalışabilirsiniz ve, işler yolunda giderse, danışanı uçağa bindirebilirsiniz de! Fakat uçak fobisinin kaynağı, kişinin hayat hikayesindeki bağlamı ve daha kalıcı bir etki için daha derinlikli bir çalışmaya ihtiyacınız olacaktır. 
¾     Maruz bırakma terapisinin olumsuz sonuçlara yol açtığı durumlar var mı?
Maruz bırakma terapisi son derece başarılı olabilir. Hedefi ve aşamaları doğru tespit etmek gerekiyor. Maruz bırakma terapisinin başarısız olmasının ne gibi nedenleri olabilir diye düşündüğümüzde… Danışanın ego kapasitesinin güçlü olması gerek öncelikle. Yani bu maruz bırakma sırasında ortaya çıkacak duygulanımla başa çıkabileceği bir gücü olmalı. Danışanın ego kapasitesi ve kurulan terapötik ilişki zemini iyi değerlendirilmeden maruz bırakma yöntemi uygulandığında fobi güçlenerek dönebilir. Bu nedenle öncelikle oradaki terapötik ilişkiye ve danışanın kaynaklarının güçlendirilmesine odaklanmak gerekebilir. 
¾     Terapilerin etkisi yaklaşık olarak hangi sürede ortaya çıkmaya başlıyor?
Burada kısa ve uzun süreli etki olarak bakmak gerekiyor. Kullanılan terapi metoduna bağlı olarak bu etkinin süresi değişebilir. Örneğin EMDR terapisinde, minimum üç seansta, bir değişim yaratmak mümkün olabilir. Bu süre psikodinamik terapilerde çok daha uzundur. Etkinin kalıcılığı ve bu değişimin yayılabileceği alana da bakmak gerekiyor. 
¾     Fobi tedavisi sonrası fobilerin nüks etme oranı nedir?
Sadece korkulan nesneye yönelik bir çalışma yapıldığında, daha sonra aynı fobinin yön değiştirmiş bir şekilde kişinin hayatının farklı alanlarında görünür olduğunu, olmaya devam ettiğini görebiliriz. Örneğin kişi asansör fobisiyle geldiğinde, bu asansör fobisini halletmiş olmamız tamamen fobiden kurtulduğumuz anlamına gelmiyor. Başka bir yerde, durumda yeniden karşımıza çıkabilir. Bu nedenle kaynağına inmek önemlidir. 
¾     Fobi tedavisinde güncel gelişmeler nelerdir?
Nörobiyolojik çalışmaların daha da önem kazandığını söyleyebilirim. 
¾     Terapi alma şansı olmayan kişilere ne önerirsiniz?
Bu fobinin kişinin işlevselliğini bozup bozmadığına bakmak lazım. Bütün fobiler tedavi edilmek zorundadır diye bir şey yok. Kişinin günlük yaşamını etkilediği ölçüde ise tedavisi önem kazanıyor. Maalesef fobinin kişideki örtük ya da sembolik anlamı, bağlamı biricik olduğu için bir psikoterapistle çalışmadan bununla ne kadar mücadele edilebilir bilmiyorum. Bununla başa çıkma sürecinde eğer doğru adımlar atılmazsa fobi azalmayı bırakın, güçlenebiliyor çünkü. Kişiyi rahatsız ediyorsa psikoterapi alabilir. 



                                                                                                            Sena Karataş & Ceren Öztürk

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HAYAT GÜZELDİR FİLM ANALİZİ

                 Filmimiz, baş kahramanı cüretkâr, konuşkan, umursamaz bir adam olan Guido’nun amcasının yanında garson olarak çalışmaya başlaması ve Dora isminde bir öğretmene âşık olup evlenmesiyle başlıyor ve ailesiyle birlikte 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilerin toplandığı bir esir kampına düşmesiyle devam ediyor. Bu esir kampında Guido küçük oğlunu yaşatabilmek için ona bunun bir oyun olduğunu hiç kimseye görünmeden saklanabilen ve hayatta kalanın en sonunda kocaman gerçek bir tanka sahip olacağını söyler çünkü oğlunun en sevdiği oyuncak tanktır. Böylelikle Guido oğlunun bu yıkıcı durumdan etkilenmemesini ve durumu bir oyunmuş gibi algılamasını sağlamış oldu İnsanın hayata tutunması için her zaman bir motivasyona ihtiyaç duyduğu gerçeği aslında filmde baş karakterimiz Guido’nun ailesi için kampta hayatta kalma mücadelesi vermesi, ailesinin bütünlüğünü korumaya çalışması, çocuğunun sağ kalması için çabalaması aslında belki de fizik...

Taklit Hastalıktan Dayatılan Hastalığa Munchausen Sendromunun Analizi

İnsanı bedensel, ruhsal ve sosyal bileşenlerin bir bütünü olarak düşündüğümüzde, bu bütünlüğün korunması ve sürdürülmesi sağlıklı olmayı temsil etmektedir. Bu iyilik halinin ortadan kalkması ise hastalığı ifade eder. İnsanların hastalık davranışları, hastalığın akut veya kronik olmasından, hasta kişinin sosyo-ekonomik ve kişisel özelliklerinden etkilenebilmektedir. Sayılan bu özellikler aynı zamanda hastalığa karşı gösterilen psikolojik tepkilerin de belirleyicisi olabilmektedir. Hastalık yüzünden çekilen acı ve bu acının kişinin hayatında yarattığı etki, o kişinin psikolojik sağlamlığının düzeyine göre daha hafif veya daha şiddetli hale gelebilir. Psikolojik sağlamlık, kişinin yaşadığı zor durumlar karşısında ruh sağlığını koruyabilme kapasitesi ve bu durumlara “uyum sağlama yeteneği” (Öz ve Bahardır Yılmaz, 2009, s.83) olarak açıklanmaktadır. Psikolojik sağlamlığı etkileyen en önemli faktörlerden biri ise sosyal destektir. Kronik hastalığı olan kişilerle yapılan bir çalışmada, algı...

OSB ve Taklit Becerisi

            Taklit, erken çocuklukla birlikte gelişen sosyal bir etkileşim becerisidir. Bu beceri, çocukların hem sosyal hayatında hem de yeni bilgi ve beceri kazanmalarında önemli rol oynamaktadır (Ingersoll, 2008b; Ingersoll ve Lalonde, 2010). Ayrıca, taklidin iletişimsel yönü ele alınırsa; ebeveyn- bebek arasındaki ilk etkileşim aracı olduğunu da söyleyebiliriz (Turan ve Ökçün-Akçamuş, 2013). Örneğin, bebekler karşılıklı gülümseyerek ya da çeşitli jest ve mimikler yaparak ebeveynlerinin çeşitli ses ve hareketlerini taklit ederler ve böylelikle aslında onlarla iletişime geçmiş olurlar.          Taklidin diğer bir işlevi olan öğrenmek ise, çocuklara fiziksel ve sosyal çevrelerini keşfetme şansı tanıdığı gibi bu çevrelerden çeşitli deneyimler öğrenmesini de sağlar. Bu öğrenme sadece sosyal değil aynı zamanda bilişseldir de çünkü taklit becerisinin denem- yanılma ya da problem çözme gibi ö...